23. NEFSİ NATIKA ve MEVLİD KANDİLİ
Rebiulevvel aynın 11. Gününü 12. ye bağlayan gece Efendimiz Hz. Muhammed’in (sav) bedensel olarak dünyaya teşrif ettikleri nurlu gecedir. Efendimiz (sav) in nefsi natıkası ilk olarak programlanan ve varlık verilen ana programdır. Bu nedenle O, “Allah önce benim nefsimi ve nurumu, ruhumu halketti” buyurmuştur. Bu hakikate Nefsi Muhammedi-Hakikati Muhammedi adı verilir. Bu hakikate binaen Peygamber Efendimiz (sav): Biz son gelen ilkleriz” buyurmuştur. Bedensel olarak (zahir) son peygamber iken, hakikati itibari (batın) ile ilk peygamber ve Allah’ın zuhuru ve aynasıdır. Bu gerçeği işaretle “Adem su ve balçık arasında iken ben peygamberdim” buyurmuşlardır. Adem’den (as) kendisinin zuhuruna kadar gelen her peygamberde bu hakikati “Nuru Muhammedi” taşıdığı için O’nun kendi zamanlarındaki mertebesini temsil eder. Peygamber Efendimizin Nefsi Natıkası (Nefsi Muhammedi) Allah’ın Nurunu ve Kur’an’ın sırrını taşır. Bu nedenle “Benim mucizem Kur’an’dır” buyurmuşlardır. Ayrıca “Ben Allah’tanım ve müminlerde benden” ve “Ben Allah’ın nurundanım ve her şeyde benim nurumdandır” buyurarak, alemlerdeki her nefsin bu hakikati taşıdığını, kendi mertebesinde O’nu temsil ettiğini ifade eder. Her insanın nefsi natıkası bu nedenle “Allah’ın Nurunu-Peygamberin nurunu ve Kur’anın sırrını” taşır. Bu hakikate binaen ayette “Nefsinizden bir resul geldi” (Tevbe/128) buyurulmuştur.
Bu hakikate binaen Mevlid kandili Hakikati Muhammedi’nin (Nefsi natıka-i Muhammedi) dünyada ilk zuhur halidir. Her kişide kendi hakikatini idrak ettiğinde yani bedeninde cereyan eden nefsi natıkasını idrak ettiğinde, idrak edip yaşama tatbik ettiğinde bu farkındalık ve bilinç o kişinin kendine özel “mevlid kandili” olmaktadır. Bu kişinin kendi benliğinin ve hakikatinin farkına varmasıdır. Kendi benliğinin (ene) Allah’ın nurunu, Peygamberinin nurunu ve Kur’anın sırrını taşıdığının idrak edilmesidir. Bu kişinin “manevi doğumu” dur. Maddi bedeninin yanında “Allah ile birlikteliğinin” manevi olarakta her an, her yerde, her halde yürürlükte olduğunun bilincidir. Bu bilinçle aleme ve insanlara baktığında onlarda da bu hakikatinin dürüldüğünü fark ediş ve “TEK ve BİR İLAH (ALLAH)” tarafından tasarruf içinde bulunduğunun şuuruna varıştır. Nefsi natıkasının hakikati bilinmediği takdirde bu bilinç oluşmaz ve kişinin “manevi doğumu” gerçekleşmez. Toprağa gömülü, farkında olunmayan ve bakımı yapılmayan bir tohum gibi gizli kalır. Ama nefsi natıka hakikatinin bilinmesi, bu tohumun farkına varma ve bu tohumdan bakımla çok meyveli bir ağaç elde ederek onun meyvesini yemek gibidir. Bizi ahirete götüren bu hakikattir. Nefsi natıkayı asli haline götürecek çalışmaların başlamasını da ancak bu idrak gerçekte sağlanabilir. Dinimiz yaşam tarzı olduğundan ondaki her hükmün zahiri ve batını hükümleri vardır. Mevlid kandili Efendimizin doğumu zahiri anlamda bedensel (maddi-zahiri) doğumu hakikati ve nuru Muhammedi’nin (manevi-batıni) zuhuru ise batıni anlamı taşır. Her bireyinde doğumu bu şekildedir. Ancak her insanın manevi doğumu, bedensel doğumu ile paralellik arzetmez. İşte nefsi natıkasının bilincine vardığı tarih o kişinin manevi doğumudur. Efendimiz de batını olarak bu hakikatleri taşıyarak doğmuş ancak zahirde peygamber oluşu belli bir süre sonra olmuştur. Onun doğumu bize bir örnektir, bizler bu doğumun bizlerdeki yönünü anlamaya çalışmazsak ilmimiz eksik kalır ve doğumun özünü idrak etmemiş oluruz. Bütün varlığa hakim olan Hakikat-i Muhammedi gerçeğinden habersiz kalmış ve kendi insanlık hakikatimizi de bilmemiş oluruz. Efendimizin doğumunun bizdeki manevi doğum etkilerini batını olarak bilme yönünde gayret göstermeliyiz.
Hakikati Muhammedi’nin birimsel olarak bizlere dönük etkilerini anlayabilmek için o kutlu doğum günlerinde oluşan hadiseleri inceleyip, batıni özellikleri birleştirebilirsek gerçek Muhammedi olma yolunda sağlıklı adımlar atmış oluruz.
1. Fil vakasıResulullah’ın dış (zahir) halini (Hz. Muhammed) yönünü öğrenip idrak etmek sünnet, Resulullahın iç alemini (batın) (Hakikati Muhammedi) yönünü anlayıp idrak etmek ise farzdır. Nefsi natıka Allah’ın nuru ve Kur’anın sırrı oluşu itibariyle Hakikati İlahiyeyi; Peygamberin nurunu ve Kur’anı taşıdığı itibariyle Hakikati Muhammediyi bünyesinde taşır. İnsana verilen değerin sırrına bak ne kadar değerlisin.
1. Fil vakası: Bilindiği gibi Hz. Resulullah’ın doğumundan kısa bir süre önce Kabe’yi (Hakikati İlahiyeyi) yıkmak niyetiyle Yemen’den kalkıp gelen (Ebrehe) ismindeki kumandanın emrinde bulunan, içinde fillerinde olduğu bir ordunun Mekke şehrine gelmesidir. Fil suresinde anlatılan hakikatler gerçekleşir. İzahı çok uzundur. Bize ait olan yönlerini belirtelim.
Kişi daha evvelce nefsi emmaresi, hayvanların en güçlüsü olan fil hükmünde iken ve yaşantısı ve fikirleri ile gaflet içinde ve yaşantısı ve fikirler üzerine kurguladığı askerlerle “BENCİLLİK” içinde yaşamaktadır. Kişi bu gaflet içerisinde iken kendi nefsi natıkası (Hakikati İlahiye ve hakikati Muhammedi sırrı) örtülmüştür. İşte bu hakikatlerin ortaya çıkarılması için zahirde kişinin başına önemli bir olay gelir ve bu batınını da etkiler. Kişinin gönül Kabesinin nefsi natıkası o kişiye “tevhid” üzere hatırlatılır. Kişi gafletten uyanıklığa doğru sevkedilir. Bütün bunlar o kişinin uyanması için Allah’tan gelen bir rahmettir. Kendisinin bilinmesi için, o kişiyi gafletten uyandırarak, kendi hakikatini kişiye bildirerek korumaktadır. Nefsi emmare içinde yok olup, cehenneme gitmesini engelleyerek o kişiyi rahmeti içine almaktır.
2. Cinlerin göğe çıkmasının yasaklanması: Batıni olarak kişinin nefsi emmare kaynaklı batıl fikirlerinin, hayallerinin ve vehimlerinin artık hükmünün kalmamasıdır. Gönül kabesindeki nefsi natıka nurunun açığa çıkıp cinleri yok etmesidir. Nuru İlahi ve Nuru Muhammedi’nin açığa çıkmasıyla Gönül Kabesi (içindeki nefsi natıka) korunmuş olur. Orası ilim yeridir. Oraya ancak Hakk fikirler layıktır. Kişinin nefsi hakikatini idrakle, ilmi çalışmalara başlaması kişiyi batıl fikir, hayal ve vehimlerden koruyacaktır. Gayreti ve himmeti nispetinde yükselmesini sürdürecektir.
3. Kabe de bulunan putların yüz üstü yere yuvarlanması: Kişinin gönül kabesindeki nefsi natıka, nefsi emmare mertebesinde asli halinden uzaklaşmış her türlü şirki içinde bulunduran çeşitli putlarla dolmuştur. En büyük put “benlik” putudur. Kendini ayrı bilmek, bencilliği doğrultusunda oluşturduğu tali putlarla yaşantısını sürdürmesidir. Bunlar mal hırsı, evlat, makam, para hırsı gibi “benlik” putlarının yarattığı şirke yol açan putlardır. Kişi nefsi natıkasının Allah’ın nuru, Peygamberin nuru ve Kur’anın sırrından olduğunu idrak ettiğinde “tevhid” oluşur. Gönül Kabesi putlardan temizlenir. Gönül Kabesinde gerçek sahibi olan Allah yerini alır. Gönül Kabesi gerçek Rabbine teslim edilmiş olur. Farklı putlara secdeden kurtulur, sadece Allah’a secde gerçekleşir. Putlardan boşalan yere Allah ve Resul sevgisi ve muhabbeti dolar. Bu kişinin çalışmalarına başlamasına neden olur. Gayreti ve himmeti oranında nefsi natıkasının hakikatine ulaşmak için yola çıkar ve sonucunda bu hakikatine ulaşır. Mevlid ile “tevhid ve nefsi irfan yolu” kendisine açılmış olur. Mevlid bu nedenle yeni bir yaşamın başlangıcıdır. Karar kişinin insafına kalmıştır.
4. Medayin şehrinde İran Hükümdarlarına mahsus sarayın ondört direğinin sallanıp parçalanıp yıkılması: Kişi nefsi natıka hakikatini bilmeden önce nefsi emmarenin oluşturduğu fikir-hayal-vehim sarayında kendi oluşturduğu dünyasında Allah’tan habersiz olarak yaşamaktadır. Hakikati İlahiye ve Hakikati Muhammedi’nin doğmasıyla (nefsi hakikatinin idraki) nefsi emmare sarayının direkleri sarsılıp yıkılır. Zira gerçeğin bilinmesiyle bu direklerin yerini Allah’ın ilim direkleri alacaktır. Daha güzel bir saray oluşturmak yani yeni bir dünya ve yaşam kurulmak üzere eski bilgiler yıkılır ve yerine yeni direkler konulur. Nefsi emmareyi ayakta tutan bu kötü ahlak vasıflı direkler yıkılır ve nefsin hakikati üzere “Allah binası” kurulmak üzere faaliyetlere başlanır. Beşeri-birimsel bir yaşamdan ilahi bir yaşama adım atılır. Yeni ilahi yaşamın anahtarı nefsi natıka da dürülü olan Kur’an sırrıdır. Artık Kur’an ve Hakikati İlahi ve Muhammedi ölçülerinde gönül sarayları ve Kabesi inşa edilmeye başlanır.
5. Save gölünün kuruması: gönül Kabesi hakikat idrak edilmeden önce “masiva” (save) kirleri ile doludur. Şirk nedeniyle her şeyi ve kendisini Allah’tan ayrı olarak düşünür. Çokluk perdesi nefsi hakikatini örtmüştür. İşte masivanın hakikatini idrak ettiğinde o göl kurur. Eşyanın hakikatini anlar. Kendi hakikatini ve alemlerdeki her şeyin hakikatini idrak ettiğinde gönül kabesi fazlalıklardan kurtulur. Gönül kabesinde nefsi natıkası asli halini alır. Bu Hakikat-i İlahiye ve Hakikati Muhammedi’nin mertebe mertebe idrakidir. Hiçbir şeyin sadece göründüğü gibi olmadığını anlar ve hakikatleri idrak etmeye başlar. Fikirlerini, hayallerini besleyen ana kaynağa yönelir.
6. Bin senedir yanan mecusi ateşinin sönmesi: Nefsi emmarenin ana kaynağı ateştir. Şeytanla işbirliği halinde olduğundan ateş kaynaklıdır. Şeytani ahlakla vasıflanmış haldedir. Şeytanın kaynağı ve akibeti ateştir. Kişi kendi hakikatini yani nefsi natıkayı idrak ettiğinde, nefsi emmare ateşi söner. Zira nefsi natıka NUR dur. Nur, ateşi yok eder ve etkisi kalmaz. Bu ateşi söndüren kişinin nefsi natıkasının nuru ve Kur’andır. Bu nur ve Kur’an, Hz. İbrahim (as) içinde ateşi gülistana çevirmiştir. Kişinin mevlidi idraki, manevi doğumu içinde bulunduğu sıkıntılarından yok olmasını sağlayacak onun hayatında yeni bir dönemi başlatacaktır. Yeter ki kişi bu hakikati idrak edebilsin.
7. Birçok kuru derelere su basması: Kişinin manevi varlığında bir çok akıcı kanallar vardır. Bunun merkezi gönül kabesindeki nefsi natıkadır. Nefsi emmare bu hakikatin ortaya çıkmasını engeller. Ne zamanki nefsi natıka idrak edilir. Nefsi natıka gönül kabesinden tüm vücuda hükmetmeye başlar. Manevi kanallar buradan gelen nurla dolar. Hakikati İlahiye ve Muhammedi pınarları (zemzem ve Kevser gibi) tüm vücuda yavaş yavaş ortaya çıkar. Tıpkı kalpteki kanın tüm vücuda dağılması gibi. Manevi doğum ile manevi kanallar açılır ve bu kanallar nur ve Kur’an ve Sünnet sırrı ile dolar. Bunun oluşması için kişinin nefsi natıkasını idrak etmesi ve Kur’an ve Sünnet ölçüleriyle yaşaması gereklidir. Bu hakikat bilinmedikçe bu pınarlar kuru kalır, zaman zaman açılsa da etkisi kalıcı olmaz. Bunun içinde nefs mertebelerinin eğitimi ve tevhid eğitimi zorunludur. Tevhid bilinci pınarları kesintisiz kılar. Tevhid ve nefsi irfan yolu ile Hakikati İlahiye ve Hakikati Muhammedi pınarları kişiyi hem maddi hemde manevi olarak sular.
8. Bağdat’ta Dicle sahillerinde bir deve orada ne kadar deve varsa hepsini önüne katıp çöle sürmesi: Bağdat o zamanlar bir ilim merkezidir. Deve ise yolculuk aracıdır. Yolculuk Hacc yoludur. Kişi nefsi natıkasının Kur’an yani ilim kaynaklı olduğunu idrak ettiğinde ilim yoluna çıkar. Kabenin yolunu tutar. Yani Hakk’a doğru yolculuğa başlar. Hedefi Kabe yani Zattır. Böyle bir ilim yolculuğu ise bu ilme vakıf bir “arif” kişi ile yapılır. Zira “Nefsini bilen Rabbını bilir” denmiştir. Bu yolculukta “arif” talipleri “nefsin hakikati” ne olan seyri suluk yolculuğuna çıkarandır. Kişiyi kendi hakikatine doğru ilimle yolculuğa çıkarır. Hedef Kabe’dir. İlahi Zatın bilinmesidir. Bu yolculuk “manevi doğum” ile başlar ve ömür boyu sürer ta ki gönül kabesine, kendi hakikatine ulaşıncaya kadar. Nefsin her mertebesi kat edilerek asli hali olan nura ulaşıp Kur’anı Natık olana kadar bu yolculuk devam eder.
9. Annesi Amine: Yani emin olunan, Emin-Emine, kendisinde şüphe olmayan. Nefsi natıka asli gereği emindir. İman merkezidir. Manevi doğum aynı zamanda nefsi natıka nurunun “iman nuru” olarak da kişide ortaya çıkmasıdır. Böyle bir nur kişiye tüm yolculuğunda ışık tutacaktır.
10. Babası Abdullah: Allah’ın kulu. Emin bir varlıkla “Allah” ın kulunun izdivacı ne demektir. Emine hatun senin nefsi natıkandır. Allah’ın Nurunu ve Kur’anın sırrını taşır. Hakikati ilahiye ve Hakikati Muhammediye dürülmüştür. Emin ve Mümin olan hakikatindir. Abdullah nefsi natıkana nefh edilen (üflenen) ruh hükmündedir. Bir bakıma varsa mürşidin hükmündedir. İşte nefsi natıkana Allah’ın ruhu nefh edilerek “ASLİ HAKİKATİN İLE MANEVİ DOĞUM” gerçekleşir. “Ruhumdan nefh ettim” (Sad/71) ayeti gerçek nefh edeni ifade etmektedir. İşte sen bu nefhalar sayesinde ilim yolunda kendi hakikatine doğru yol alırsın. İşte bu izdivaç manevi alışveriştir; gönülden gönüle, kelamdan kulağa, gözden göze bir alışveriştir. Salik müridin gönlünde Hakikati Muhammediye’yi açığa çıkarır. işte kalpte doğan manevi çocuğa da tasavvufta “veled-i kalbi Muhammedi” (kalbdeki Muhammedi hakikatle dürülü evlat) denir. Mürşid-mürid ilişkisi bu kalp çocuğu ergenliğe ulaşıncaya kadar yani “halife idraki” oluşana kadar devam eder. İşte bütün bu hakikatler “manevi doğum” ile başlayan batıni ilimlerdir. Ehli için çok değerlidir. Zira kişiye kendini, alemleri ve Rabbını bildirir.
Bu hakikatlere binaen Efendimiz (sav) “Nefsini bilen Rabbını bilir” buyurmuştur. Bütün bu anlatılanlar bir anda olup biten manevi yaşam şekli değildir. Yaşanması ve kendine mal edilmesi zaman gerektiren hadiselerdir. Zahir olarak Hz. Muhammed (sav) batıni olarak Hakikati Muhammedi olmasaydı bu gerçekler yaşanamazdı. Bu nedenle O’na “Seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik” (Enbiya/107) buyurulmuştur. Eğer bu gerçekleri ve hakikatleri açığa çıkarmak için çalışmıyor ve nefsi natıkan da dürülü olan hakikatleri içinde hapsediyorsan nasıl bir mesuliyet ve ağır yük altında olduğunu çok ama çok düşün. Şu kudsi hadisleri bolca tefekkür et:
“Ben gizli bir hazineydim. Bilinmekliliğimi sevdim. Halkı yarattım. Ta ki Beni bilsinler”
“Ben insanın sırrıyım. İnsanda Benim sırrımdır”