22. ZİKRİN HAKİKATİ
İnsanın hakikatini nefsi natıka oluşturur. Nefsi natıka Allah’ın nuru ve Kur’anın sırrını taşır. Dünyada aslı örtülen nefsi natıkaya ulaştırma yollarından biride zikirdir. Zikir nur olup, örtülmüş-karanlık nefsi asli haline ulaştırmada anahtar rol oynar. Nura, nur yolu ile ulaşılabilir. Nefsi natıkaya sonradan arız olan, ilişen her türlü kötü ahlak ve vasıflar zikir yoluyla temizlenerek asıl haline ulaşır. Bu nedenle zikir nefis tezkiyesinde çok önemli bir yer tutar. Zikir sırf nur olduğundan kişiyi kendi hakikatine göre 7 mertebeye göre açığa çıkar. Nefsi emmare mertebesinde nefs, nefsi levvame mertebesinde ruh, nefsi mülhime mertebesinde kalp, nefsi mutmainne mertebesinde akıl, nefsi raziye mertebesinde sır, nefsi marziyye mertebesinde hafi, nefsi kamile mertebesinde ahfa adını alır. Her mertebenin zikri ve tevhid zikri farklı farklıdır. Nefsi natıka her mertebedeki zikirle nurlanarak, bir üst mertebeye doğru ilerler. Bu nedenle “Hidayet üzere olduğunuz zikri yapınız” buyurmuştur Hz. Resul. zikir için özel bir zaman gerekmez. Her an, her halde, her yerde zikir yapılabilir. Bu nedenle çok değerli bir ibadettir. “Ey iman edenler! Allah’ı çokça zikredin” (Ahzab/41) ayeti ve birçok ayet ve hadislerle adeta farz hükmündedir. Zikir, nefsi natıkayı istila edene kadar tekrarlanır. Nefsi natıkaya zikrin etkisinin olduğunun göstergesi, kişinin nefsi natıkaya zikrin etkisinin olduğunun göstergesi, kişinin nefsi mertebesindeki ahlaklarla süslenmesidir. Ahlakın o kişide hal halini almasıdır. Bu hale ulaşan kişi o mertebenin zikrinin hakkını eda etmiş olur. Zira nefsi natıkanın merkezi kalptir. Merkezin nurlanması ile merkeze bağlı tüm uzuvlarda nura ve nurun taşıdığı ahlaka bürünür. Bu hakikati Hz. Resul (sav) “Vücudda bir organ vardır. O iyi olursa bütün vücud iyi olur. O kötü olursa bütün vücud kötü olur. Bu organ kalptir” buyurarak bize nefs tezkiyesinin merkezini işaret etmiştir.
Zikrin en önemli özelliği ise Hakkın Zati Nefsinin izdüşümü olan nefsi natıkanın zikir esnasında Allah ile “hüviyet beraberliği” içine girmesidir. Yani nefsinde Allah’ı zikreden kişi, Hakkı Nefsinde zikretmiş olur ki bu “maiyet beraberliği” dir. Bu hususu Allah kudsi hadisinde şöyle ifade etmiştir. “Ben, Beni zikredenle beraberim”. Yani zikreden, zikredilen ve zikir “kul” mertebesinde birlenmiş olur. Kul bulunduğu nefs mertebesinde Hakk’la beraberlik içindedir. “Beni zikredin, Bende sizi zikredeyim” (Bakara/152) buyuran Allah, kulun zikri vasfıyla kulla beraber olur. “ben kulumun zannına göreyim” buyuran Allah, kulun nefsindeki hal ve irfana göre kulun nefsine tecelli eder. Bu tecelliden murad kulu Hakk’a adım adım ulaştırmaktır. Kuldaki irfanı arttırarak “hüviyet beraberliğini” en kemalli hale getirmektir. Bu nedenle Hz. Resul “Hidayet üzere bulunduğunuz zikri yapınız” buyurmuştur. Kul nefsi mertebesi üzerinden Hakk’ı zikreder, Hakk’ta kulu daha ötelere taşıyacak şekilde kulu zikreder. Zira Hakk kulun nefsindeki vasıfları bilmektedir.
Zikrin temel amacıda bu “hüviyet beraberliği” ni tesistir. Bu nedenle “iman nerede olursan ol Allah’ın seninle olduğunu bilmendir” buyurulmuştur hadiste. Ayette “Nerede olursanız O ilahi hüviyetiyle sizinle beraberdir” (Hadid/4) buyurulur. Bu genel beraberlik, zikir esnasında ve zikredilen tecelli halini alır. Zikir, zikreden ve zikredilen tecelli mertebelerinde BİR olur. Herkes zikrettiği mertebeden taayyün ve tecelli mertebelerinde “Allah ile” olur. Bu ise “Billahi” sırrıdır. Zikrettiği üzere Hakk’ın Zati Nefsi Hüviyetinde sefere çıkmaktır. Her taayyün ve tecelli mertebesinde, zikrettiği vasıflarla hakkı tanımaktır. Zatıyla, sıfatıyla ve isimleri ile Hakkı bilmektir. Bu nedenle “Allah zikri en büyüktür” (Ankebut/45) buyurulmuştur. Zira “Allah” ismi camisi tüm ilahi isim ve sıfatları bünyesinde bulunduran Zat ismidir. “Allah” zikriyle Hakkın Zatı Nefsi Hüviyetine doğru nefsinde tecelliler her yönden olur. Hem Zat, hem sıfat hem de isimleri ile Allah bilinmiş olur. Uluhiyeti ve Rububiyeti idrak edilir. Hakkı isimleri ve sıfatları ile tanımak ise Zatını tanımaktır. Allah kuluyla “zikri” üzerinden beraber olur. Kendi özellikleriyle kulun nefsinde tecelli eder. Kul nefsindeki bu tecelliler oranında ve tecelli zamanında o yönüyle Hakk’ı bilir. Nefste oluşan her bilgi ise nefste ilim olarak ortaya çıkar. Bu ise Hakk’ı bilmede kemale doğru yol almaktır. Bu nedenle tarikatlarda her nefis mertebesi belirli ilahi isim ve sıfatlarla geçilir ve Hakk’a olan yolculuk, o zikirle Hakk’ta Hakk’la yapılmış olur. Manevi yolculuk her mertebede özellik arzeden hakkı izafet ve itibarları ile tanımaktan ve onu tevhid etmekten ibarettir.
Kul nefsinde hakkı zikrederken, alemlerdeki her mevcudun nefsiyle Hakkı isimleri itibariyle zikrettiğinin farkına varır. Her şey bir ismi ve vasfıyla Hakk’ı zikretmektedir. Bütün bu zikirler “Allah” zikri altında toplanmakta, alemde Hakk’ı zikretmeyen tek bir zerre bile olmadığı idrakine ulaşılmaktadır. Bu idrakle kişi Hakkı her yönüyle zikredemeyeceğinin bilinciyle “lâ uhsi senaen aleyke ente kema esneyte ala nefsike” (Seni hakkıyla sena edemedik, sen Nefsini sena ettiğin gibisin) der.
Zikrin hayatın içinde olması, halkta Hakkı görmekle zirveye ulaşır. Halkta isim ve sıfatlarının tecellisiyle Hakkı müşahede etmek suretiyle, her anında “Hakk ile” olduğunun idrakine varır. Her zerreyi ve kendisini Hakk’la bilir. Böyle bir idrak Hakk’ı zikirdir. Her an O’nunla olmaktır. “El işte gönül Hakk’ta” yaşantısıdır. Hakk’tan başka bir şey görmemektir. Her mertebede mertebenin özelliğine göre Hakk’ın zuhura çıktığını idraktir. TEK VÜCUD HÜVİYETİN’ de Zatıyla kaim ve tecelli, esmasıyla malum ve tecelli, kudretiyle fail, fiiliyle zahir, eserleriyle meşhud, batını ile sır olan Allah’ı müşahededir.