18. DÜNYA
İnsanların içinde yaşadığı şehadet alemi ve dünya bazı kişiler tarafından yanlış düşüncelerle red edilmekte, tasavvuf yaşantısı dünyadan ayrı kalmak suretiyle yürütülmeye çalışılmaktadır. “Dünya sevgisi her hatanın başıdır” kudsi hadisinde “dünya sevgisi” yanlış anlaşılmaktadır. Hz. Mevlana (ks); bu hadise işaret ederek, “dünya kadın, mal-mülk, evlat ve içindekiler değil dünya Allah’tan gafil olmaktır” buyurmaktadır. Dünya içindeki her şeye olan sevgide ilahi sevgi kaynaklıdır. Dünya içindeki her şeye “Allah emaneti” olarak bakılarak, Kur’an ve Sünnete göre sınırlandırılarak her şeye gösterilen sevgi değerlidir. Ancak bu sevginin ilahi sevgiden yönü Allah’tan geldiğini bilerek, Sünnete göre sevgileri ayarlamak ve dengelemek gerekir. Aksi ise “dünya sevgisi” israf edilmiş demektir. Bu da kişiyi hatalara sevkeder. Bu husus Hz. Resul (sav) tarafından şöyle ifade edilmiştir: “Bir şeyi aşırı sevmen seni kör ve sağır yapar”. Bu şekilde ölçüsüz ve dengesiz bir yaşam insanı felaketlere sürükler. Bu dengenin sağlanması içinde Hz. Resul: “Dünya ahiretin tarlasıdır” buyurarak; dünyanın ahiret bilinci içinde yaşanırsa ne kadar değerli olduğunu vurgulamıştır. İşte burada ölçü ve dengeyi tutturmak için ilim ve irfan gereklidir. Bu nedenle ”ilim öğrenmek kadın ve erkek her müslümana farzdır” buyurulmuştur.
Hakkın zahiri ve batını olduğu gibi, insanında zahiri (dış) ve batını (iç) yüzü vardır. İşte bu hadis zahir ve batını dengelememiz ve bir etmemiz için anahtardır. Dünya, ahiret bilincine göre Kur’an ve Sünnete göre yaşamak, en ideal yaşam biçimidir. Atalarımız bu nedenle “Ne ekersen, onu biçersin” buyurmuşlardır. “Hanginizin daha iyi amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratan O’dur” (Mülk/2) ayeti bu konuda büyük ışık tutmaktadır.
Dünya hayatı, ahiret hayatının temelini oluşturur. İnsan “kelime-i tevhid” ve “kelime-i şehadet” eğitimini dünyada almakta “eşhedü …” diyerek Allah ve Resulune dünya yaşantısında, şehadet etmektedir. Dünya Allah’ın müşahede edileceği yer olduğundan oldukça değerlidir, bu nedenle ahretin tarlasıdır. “Görmediğim Allah’a ibadet etmem” buyuran Hz. Ali (kv) Hakk’ı dünyada müşahede edip, bu gerçeği ifade etmiştir. “Beni gören Hakkı görür” buyuran Hz. Resul’ü hangi alemde tanıyıp, bilebiliriz. Dünyadaki her şey bizi O’na götüren bir anahtar rolündedir. Ölçülü ve dengeli yaşam ile bu anahtardan yararlanmalıyız. Bu nedenle “Allah’a ulaştıran yollar, mahlukatın nefesleri sayısıncadır” buyurulmuştur. Dünya Hakk’ın zahir ismiyle görünümü olduğundan, zahirdende Kur’an ve Sünnete göre faydalanmak ve Allah’a bu yollada uzaklaşmak zorundayız.
Zahirde ve batında O’nu müşahede edemezsek “Kelime-i Şehadet”i söylememiz ne kadar değer taşıyabilir. Ancak O’nu idrak edebileceğimiz ölçüde bu kelimeyi söyleyebiliriz. Hakkı müşahedenin zirvesi O’nu ve hüviyetini zahirde, batında evvelde ve ahirde bir ve tek olarak müşahede etmektir. O’nu ayrı dünyayı ayrı, kendinizi ayrı düşünüp BİRliğine ve TEVHİD’e ulaşamazsak “kelime-i şehadet” ancak bir söz olur. İdrak edilmeden söylenen bir kelam olur. O’nu müşahede etmek ancak dünyada mümkündür ve bu müşahedenin sonu ve sınırı yoktur. Bu müşahede ahirette de devam edecektir. Bu nedenle “Beşikten mezara kadar ilim öğreniniz” denilmiş ve “Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için yarın ölecekmiş gibi ahiret için çalışın” buyurularak dünya-ahiret dengesini Kur’an-Sünnet eksenine oturtmamız gereklidir. Dünya bu dengeye oturtulduğunda Allah’ı müşahede edebileceğimiz tek yerdir. Bu nedenle bu aleme “şehadet alemi” denilmiştir. Ayette bizden istenen açıktır:
“Allah’ım bize dünyada iyilik ver, ahirette de iyilik ver ateşin azabından koru” (Bakara/201)
“Allah’tan ahiret yurdunu iste, dünyadan nasibinide unutma” (Kasas/77)