Üyelik Girişi
Site Haritası
Önerilen Siteler

T.İ. 15. Tasavvufta Tenzih, Teşbih ve Tevhid Hükümleri

15. TASAVVUFTA TENZİH, TEŞBİH VE TEVHİD HÜKÜMLERİ

Tenzih-teşbih ve tevhid ile ilgili bilgi aşağıda ayrıntılı bir şekilde hakikat ve marifet mertebelerinden ifade edilmiştir. Lugat anlamları ile;

Tenzih: Suç ve noksanlıktan uzak saymak, kabahatsiz olduğunun anlaşılmasının sözle ifade etmek; arındırma, uzak sayma, kusur kondurmama anlamlarını taşır.

Teşbih: Benzetmek, benzeyiş, bir nitelikte saymak ve zannetmek.

Tevhid: Birkaç şeyi bir etme, birleştirme, birliğine inanma, bir sayma, “la ilahe illallah” sözünü ve manasını kavrama olarak belirtilmektedir.

Tasavvuf ehli katında ise bu kelimelerin yaşam sahası içine bir çok izahları vardır. Bu kelimeleri söyleyecek kimseler hangi idrak düzeyinde iseler o mertebeden konuşacaklar. Hakikat ve marifet mertebesinden bu kelamların anlaşılıp yaşama sokulması “Allah bilinci” oluşmasında çok önem arzeder.

Tenzih: Genelde yapılan tenzihler taklidi ve hayali beşeri tenzihlerdir. “Hakiki-Mutlak Tenzih” hakikatiMuhammedi idrakiyle yapılır. “Hayali-taklidi” tenzihler ikilik üzerine bina edilmiştir. Mutlak Tevhidden önceki mertebedir. Hakkı noksan sıfatlardan tenzih etmeye çalışan kimse önce “kendini-nefsini” tanımalıdır. Nefsini noksan sıfat görmekten tenzih etmesi lazım gelmektedir.

Çünkü alemlerde noksan sıfat yoktur. Alemler Allah’ın isim ve sıfatlarının çokluğunun oluşturduğu mertebelerden ibarettir. Alemlerde Allah’ın isim ve sıfatlarının tecelli ile açığa çıkışları vardır. Bunların çokluğu ve izafi-itibari oluşları nedeniyle birbirlerine bakışları açısından “izafi noksanlıklar” varmış gibi görünür. Bütün isim ve sıfatlar Hakka ait olduklarından onlarda noksanlık bulmak mümkün değildir. Hissedilen noksanlık izafi-göreceli bir anlayıştır, mutlak manada değildir. Mutlak olan şey ise, Allah’ın ne isimlerinde ne de sıfatlarında ne fiillerinde noksanlık olmadığıdır. Her çoğalan şey birbirlerine bakış açılarından izafi noksanlıktır. Bizim şartlanmış anlayışlarımıza göre noksan bir şey görüyorsak işte o bizim Hakkı bilmedeki noksanlığımızdır. İrfan düzeyimizdeki eksikliğimizdir. Bu noksanlığı Hakk’a isnad edemeyiz. Eğer Hakka isnad ediyor isek, yapacağımız ilk şey, kendi nefsimizdeki noksanlıkları görmek ve irfanımızı arttırmak olmalıdır. Nefsimizi noksan görmekten arındırmak olmalıdır. Nefsimiz arındığında ve irfanımız arttığında noksan görmemiz ortadan kalkacağından, her şeyin hikmetini daha iyi idrak etmiş olacağız. Bu alemlerdeki tüm varlıklarda zuhur eden “Hakkın bir isminin suretidir” anlayışı bizde hakim olmuş ise, irfanımız bu mertebeye ulaştıysa, alemlerde noksan görmeyip, her şeyi yerli yerince tespit etmiş oluruz.

Bu anlayışın oluşması ile marifetullah ile yani “irfan yolu” ile gerçekleşir. Mutlak-Hakiki Tenzih ise bu anlayışı ve Hakkın hiç zuhurunun olmadığı Ahadiyeti Zat (Mutlak Birlik-Hüviyet Gaybı) mertebesinde isimleri O’na bağlamaktadır. Bu Mutlak Zati Birlik mertebesinde Hakk “tenzih” edilir. Taayyün (ortaya çıkma) ve tecelli mertebelerinde zuhura çıkma yönü ile “teşbih” edilir. Allah ancak hiçbir zuhurun dolayısıyla hiçbir suretin olmadığı Ahadiyeti Zat mertebesinde tenzih edilir ki, bu “Hakiki Mutlak Tenzih” tir. Zuhurları idrak edildiğinde bir suretle kayıtlanmış olur. Bu da “Zatı mukayyet (kayıtlanmış Zat) mertebesidir. Allah bu kayıtlanmış suretlerde ancak “teşbih” edilir. Bu açıdan bakıldığında “tenzih-teşbih-tevhid” idrakinde taayyün (açığa çıkma) mertebelerinin bilinmesinin ne kadar önemli olduğu ortaya çıkacaktır. Bu nedenle gerçek tenzih Allah’ı zihinde suret kaydından arındırmaktır. Zihnimizde bir suret oluşuyorsa bu tenzih değil, teşbih etmektir. “Rabbin, o izzet sahibi, onların isnad ettikleri vasıflardan münezzehtir” (Saffat/180) ayeti hakiki tenzihi ifade etmektedir.

Bu tenzih “Muhammediyet” mertebesinde yapılabilecek olan tenzihtir. Hakiki-Mutlak tenzihtir. Ahadiyeti Zatın idraki ile oluşacak irfandır. Çünkü bu mertebede henüz zuhur yoktur. Tecellide yoktur. Bu mertebede Zatın Zatıyla Zatında olduğu mertebedir. Bu mertebeyi aklın idrak etmesi mümkün olmadığından, hakiki tenzih bu mertebeye aittir. İnsan bu konuda acz içindedir. Aczini ifade ederek “tenzih” te bulunur. Hz. Resul (sav), bu mertebeyi kastederek “Künhü Zatını idrak edemedik” buyurarak bu yolu bizlere açıklamıştır.

Teşbih: Kur!anı Kerimde “teşbih” i içeren misal ve benzetmelerle Hakk’a yol gösteren birçok ayet vardır.

“O yüce Mabud, ki senin üzerine Kur’anı indirdi. Ondan bir kısmı muhkem ayetlerdir ki onlar kitaben aslıdır. Diğer bir kısmıda müteşabih ayetlerdir. Artık kalplerinde eğrilik bulunduran kimseler fitne oluşturmak ve tevil arzusunda bulunmak için o kitaptan müteşabih olanına tabi olurlar. Halbuki onun tevilini Allah’tan başkası bilemez. İlimde rüsuh sahibi olanlar ie “Biz iman ettik hepside Rabbımızın katındandır” derler. Bunları tam akıllı zatlardan başkası düşünemez” (Al-i İmran/7)

Yukarıdaki ayette “teşbih” ten açık olarak bahsedilmektedir. Teşbihin bir diğer yönü ise, kişinin irfan eğitimi sırasında idrakinde değişen fikirleri oluşturur.

Eğitimin başlarında müteşabih olan hususları, ayetleri ve hadisleri, daha sonra nefsinde yaşayarak, ilmen ve şuhuden hakikati açıldığında, müteşabih olanlar muhkeme dönüşecektir. Değişen ise sadece nefsindeki irfan düzeyidir.

“O’nun misli (benzeri) yoktur. O işitici ve görücüdür” (Şura/11) buyurarak “O’nun misli yoktur” denilerek Hakiki Tenzih yapılmış olur. “O işitici ve görücüdür” denilerek teşbih yoluna gidilmiştir. Teşbih, varlıklardaki tüm isim ve sıfatların Hakka ait olduğunun ve her mevcudun istidadı ölçüsünde bunları yansıttığının idrakine ulaşılmasıdır. Bu açıdan bakıldığında varlıklardaki “kayıtlanmış” ve “sınırlanmış” özelliklerle Hakka ayna olduklarının idrakine varılmasıdır.

Cenab-ı Hakk alemlerde fiilleri, isimleri ve sıfatları yönüyle zuhurdadır. İnsanda bunlarla birlikte Zati tecellisinide bulundurur. Hakk, zuhura çıktığı suretten zati, sıfati ve isimleri ile “kayıtlanmış” ve “sınırlanmış” olarak açığa çıkar. İşte bu idrak ile “teşbih” anlayışı ortaya çıkar. Hakkın şehadet alemine zuhuru ve tecellisi teşbih hükümlerini açığa çıkarır. “Teşbih bu açıdan Allah’ı tecellileri ve zuhurları yönünden tanımağa çalışmaktır” denilebilir. Tevhid, tenzih ve teşbih hükümlerini birleştirerek Allah’ı bilmektir.

Mutlak Tevhidin oluşup oluşmadığınının anlaşılması için irfan yolu gerekir. Tevhid anlayışının oluşmadığı kişinin varlıkları Allah’tan ayrı görmesi ile anlaşılır. Allah’tan ayrı varlıklar olduğu önyargısıyla tevhidden uzaklaşılır. Varlıkları Allah’tan ayrı ayrı görmek, O’nun uluhiyetinden ayrı tutmak, her varlığı bağımsız ve Allah ile ilişkileri olmadığı anlayışı tevhidden uzak olmaktır. Şirkte bulunmaktır. Bu da noksan tenzih ve teşbih idrakinde oluşur.

Hakikat ehli, alemlerdeki varlığın Hakk’ın varlığından başka bir şey olmadığını idrak ettiğinde, nefsini noksan görmekten tenzih eder. Allah’ın Ahadiyeti Zatıyla BİR ve TEK olduğunu idraktir. Alemlerin O’nun isim ve sıfatları ile farklı zuhurları olduğunun ve her suret zuhurun kendi nefsi mertebesinde Hakkın “kayıtlanmış” ve “sınırlanmış” suretler olduğunun idrakine varılmasıdır. Hakkı tek ve bir, mertebelerinin çok olduğunun şuuruna erilmesidir. Böylece Hakk alemlerde birlikte tevhid edilmiş olur.

Teşbih, varlıklarda ilahi cemali seyretmektir. Zuhurlarını kendi mertebelerinde ve düzeylerinde Hakk’la beraber görmektir. Hakkın esma ve sıfatları ile zuhurda olduğunu (açığa çıktığını) bilmektir. Suretlerin batınında Hakkı görmek, açığa çıktığı mertebesinde Hakkı idrake çalışmaktır.

“Nereye dönerseniz Allah’ın vechi (zatı) oradadır” (Bakara/115) ve “Nerede olursanız o sizinle beraberdir” (Hadid/4) ayetlerinin hakikatine ulaşmaktır. Bu ayetlerin hakkıyla anlaşılmaması, bakılan yerlerin Allah’tan ayrı görülmesi “kesret teşbihi” dir.

Görünen yerlerin TEK ve BİR olan Allah’ın o mertebeden, o suretle zuhura çıktığını Hakk’la beraber değerlendirilmesi “Vahdet teşbihi” dir. Tevhid hem tenzih ile teşbihin hem cem ile farkın hem batın ile zahirin hem de kesret ile vahdetin BİR görülmesi ve idrak edilmesidir.

“Rabbimi genç bir delikanlı suretinde gördüm” hadisi “Tevhid teşbihi” dir.

“Nasıl göreyim, bir nurdur O” hadisi “tevhid tenzini” oluşturur. “Bir nur gördüm” ve “gözümün nuru namaz” hadisleri ise tevhidi teşbih mertebelerini oluşturur.

“Ayetlerimizin Hakk olduğunu afakta ve nefsilerinizde göreceksiniz” ayeti “Tevhid-i Vahdet” mertebesidir. Hem tenzihi hem teşbihi bünyesinde toplamıştır.  “Kulumun zannına göreyim” buyurarak kesret-teşbih tevhidini açıklayıp, bizlere her yüzden idrak edilebileceğini vurgulamaktadır.

Sübhanallah, tenzih hükümlerini, Elhamdülillah teşbih hükümlerini, Allhuekber ve “la ilahe illallah” tenzih-teşbih ve tevhid hükümlerini bünyesinde bulundurur. Tenzih ve Teşbihin daha iyi idrakle anlaşılması için bazı tanımlar şöylece açıklamaya çalışılmıştır:

Tenzih: Hiçbir zuhurun olmadığı Ahadiyeti Zat mertebesinin bilinmezliğini idrak ve itiraf etmektedir.

Teşbih: Allah’ın halk ettiklerini zuhurları itibariyle bilmek, zuhurları oluşturan Allah’ın isim ve sıfatları kanalıyla Allah’ı idrak etme yoludur.

Tevhid: Tenzih ve teşbihi birleştirerek Ahadiyeti ve Samediyeti Zatı kavramaktır. Tüm taayyün ve tecelli mertebelerinde O’nu birlemektir.

Tenzih: Hakkı zuhurlarıyla kayıtlamamaktır. Suret kaydından kurtararak ve suretlerin batınında Hakkı idrak etmektir.

Teşbih: zuhurlarda kayıtlanan Hakkı, zuhur mertebesi itibariyle kayıtlandığı mertebede Hakkı isim ve sıfatları kanalıyla zuhurlarda müşahede etmektir.

Tenzih: Tevhide aykırı her türlü noksanlıktan ve özellikten, düşünceden O’nu arındırmaktır.

Teşbih: Hakkın zuhurlarında O’nu tevhid edecek özelliklerle kabul etmektir.

Tevhid: Tenzih tevhidini ve teşbih tevhidini Mutlak olarak birleştirmektir. Allah’ın Zatıyla kaim ve batın, vücuduyla mevcud, sıfatları ile muhit ve tecelli, esmasıyla malum ve tecelli, kudretiyle fail, fiiliyle zahir, eserleriyle meşhud batını ile sır olduğunu idrak ederek tüm taayyün (açığa çıkma) ve tecellilerini birleştirmektir. Bu yolla Mutlak Tevhide ulaşmaktır. Mutlak Vücudun Tek ve Bir, mertebelerinin ve düzeylerinin çok olduğunun şuuruna varılmasıdır.

Tenzih: Hakkın zuhurlarından, suretlerden Batın ve Evvel isimleriyle sırda olduğunu idraktir.

Teşbih: Hakkı zuhurlarda zahir ve ahir isimleriyle idrak etmektir.

Tevhid: Hakkın ilahi hüviyetini hem zahir, hem batın, hem evvel, hem ahir isimleriyle BİR olarak birlemektir. “O evveldir, ahirdir, zahirdir, batındır” (Hadid/3) “Nerede olursanız o sizinle beraberdir” (Hadid/4) ayeti ışığında her taayyün ve tecellide ilahi hüviyetinin idrakidir.

“Nereye dönerseniz Allah’ın vechi (zatı-hakikati) oradadır” (Bakara/115) ayetiyle de her yüzde ve mevcudda O’nu idraktir. Hakkın ilahi hüviyetiyle her mertebe zuhura çıktığını ve açığa çıktığı suretle “kayıtlanmış” ve “sınırlanmış” olduğunu, Hakkla beraber bulunduğunu idraktir. Alemlerdeki zuhurun Tek ve Bir Vücudun taayyün ve tecelli oranında isim ve sıfatları kanalıyla çoğaldığını idrak etmektir.

Çokluğu oluşturanın İlahi Zat olmayıp, çoğalanın Zatın izafetleri olan isim ve sıfatları olduğunun bilincinde olmaktır. Çoğalanın Zatının itibar ve nispetleri olduğunun idrakine varmaktır. Bu idrakle kesrette vahdet ve vahdette kesret hükmüyle yaşamaktır. Ahadiyeti Zat mertebesinde vahdeti ve kesreti bünyesinde bulundurduğunun idrakiyle Mutlak Tevhid’e ulaşmaktır.

Tenzih: Gizli hazinede (Ahadiyeti Zat mertebesinde) hiçbir noksan kusur olamayacağını idraktir.

Teşbih: Hakkın taayyün, tecelli ve zuhurları ile Allah’ın Zatını temsil ve tafsil ettiğinin idrakine varmaktır. Her mevcudun zuhurunun kendi mertebe ve düzeyinde Hakkı ayrıntıladığının ve kayıtladığının şuuruna varmaktır. Zuhurdaki kesretin (çokluğun) isim ve sıfatların tecellisinin çokluğundan olduğunun bilincinde olmaktır. İsim ve sıfatların Zata ait olduğunun ve bunların çokluğunun kesreti oluşturduğunun idrakine varmaktır.

Tenzih: Kesretin kaynağının Tek ve Bir Zat olduğunu, kaynağın Ahadiyeti Zat mertebesi olduğunu kavramaktır.

Tenzih: “Ben gizli bir hazineydim” buyuran ilahi Zatın zuhurunda olmadığı mertebeyi (Ahadiyeti Zat) idraktir.

Teşbih: “Bilinmekliliğimi sevdim. Halkı zuhura getirdim” manasıyla tüm taayyün ve tecelli ve zuhurların Hakk’tan olduğunun şuuruna varmaktır. Hüviyet gaybında gizli hazinedeki bereketleri Hakkın, cömertliğiyle tecellileri ile zuhura çıkardığının idrakine varmaktır. İzafi yokluktan, gizli hazineden zuhura çıkan varlıkların O’ndan ayrı olmadığını idraktir. Zuhura çıkan her mevcud zuhur mahalli olup, ilahi hüviyetten eserler taşır. Her mevcudun kendi mertebesinden ve düzeyinden ilahi hüviyeti temsil ve tafsil ettiğinin bilincinde olmaktır. Gizli hazinedeki yeri ve kıymeti kadar Hakkın hüviyetini temsil eder.

İnsan ise bu hazinenin değerini idrak edebilecek surette yaratılmıştır. “Allah Ademi kendi suretinde yarattı” ve “Allah Ademi Rahman suretinde yarattı” hadisleri bu gerçeği ifade eder.

Allah “Ey Ademoğlu! Seni Kendim için, alemleri de senin için yarattım” buyurarak insanın kendi indindeki yerini açıklamış, insanı halifesi olarak zuhura getirdiğini, insanın sırrının kendi sırrı olduğunu vurgulamıştır.

“Ben insanın sırrıyım, insan benim sırrımdır”. İşte insan namazda bu sırları taşıyan Hakkla kelam etmek üzere Hakk’ladır. “O’nun benzeri hiçbir şey yoktur. O semi ve basirdir” (Şura/11) (leyse kemislihi şeyün ve hüvessemiül basir)

Kendi hakikatini idrakle yapılan teşbih, tenzih Hakk’tan Hakk’a aid olmuş olur. Aynı şekilde hamdda Hakk’a raci olur, Hakka döner. Kulun kendi nefsiyle Hakka bağladığı, kendi istidadı hasebiyle taayyün etmiş olur.

“Sana biat edenler, gerçekte Allah’a biat etmektedirler. Allah’ın eli onların elinin üstündedir” (Fetih/10) ayetiyle

“Kim o Resule itaat ederse, hiç şüphesiz Allah’a itaat etmiş olur” (Nisa/80) ayetlerinin sırrı tenzih ve teşbih yolu insana açılır. Hakk Teala, Resulullah (sav)’ın hüviyetinin aynı ve hakikati olduysa, Resulullah (sav)’ın hüviyetindeki teşbih, Hakk Tealanın hüviyetindeki tenzih için sabit olur ve Hakk Tealanın hüviyetinde olan tenzih dahi, Resulullah (sav)’ın hüviyetindeki teşbih için sabit olur. İşte biz bunun için tenzihinin aynında teşbih ile ve teşbihinin aynında tenzih ile sorumlu olduk ki tevhide ulaşabilelim. Zira Resulullah (sav) ın teşbih olunan suretinde zahir olan Hakk Tealanın münezzeh olan hüviyetidir. Ve teşbih olunan suret dahi Cenab-ı Hakkın ahadiyet mertebesinde münezzeh olan hüviyetidir. Sen hayat, ilim ve diğer isim ve sıfatların kemalatından Cenab-ı Hakka her neyi teşbih ve isbat edersen et onların tümü mertebe-i ahadiyette Cenab-ı Hakktan tamamıyla menfidir, zuhuru yoktur. İşte bu da tenzihtir.

Sübhanallah tenzih, Elhamdülillah teşbih, Allahu ekber ve “La ilahe illallah” tevhid hükümlerini içeren ifadelerdir. Bu ifadeler “Allah” lafzı ile uluhiyet tevhidini, sondaki (HU) zamiri ilede hüviyet tevhidini birlikte içeren ifadelerdir. Allahuekber ifadesi tüm taayyün ve tecelli mertebelerini kapsar.

Tekbir, Hakkın her şeyden daha büyük ve yüce olduğuna işarettir. Allah’ın zuhuruna ve tecellisine son yoktur. O, her müşahede makamından daha büyük ve yücedir anlamını taşır.

Kişi Allahuekber dediğinde Zatı Ahadiyete yönelmektedir. Gizli hazinedeki yerine ulaşmaktadır. Ahadiyeti Zat makamı, Allah’ın “Ben gizli bir hazineydim” diye belirttiği, henüz hiçbir zuhurun (açığa çıkışın) oluşmadığı mertebedir. Bu mertebeden “Bilinmekliğimi sevdim. Halkı zuhura getirdim (yarattım)” buyurarak Allah ismi ile hazinesindekileri alemlerde açığa çıkarmasıdır. “Allah” ismi “tüm ilahi isimleri ve sıfatları cami Zat” ismidir. Bu nedenle Allahuekber diyen kişi tüm bu isim ve sıfatlarla birlikte Allah’ın Zatı ile beraberliğini ilan etmektedir. Bu beraberlik ile “Gizli hazine” ye yani Ahadiyeti Zat mertebesine yani hüviyet gaybı mertebesine yönelip teveccüh etmektedir. “Hüviyet gaybı” mertebesi zuhurların ve açığa çıkışların olmadığı mertebedir bu mertebeden sonra “bilinmesi için” Allah ismi ile hüviyetini alemlerde zuhura çıkarmasıdır.

Namaza “Allahuekber” ile giren kişi, Allah’ın zuhuru olarak, Allah’ın batını olan hüviyet gaybı mertebesine yönelmektedir. Yani zahirden batına doğru yolculuğuna başlamaktadır. Namazdaki kişi “Allah’ın zuhur mahalli” olarak kendi zatını, sıfatlarını, isimlerini ve fiillerini Hakk’ın nurunda eriterek gizli hazinede mevcut olduğunu ilan etmektedir. Bu bulunuşunun Allah ile, Allah aracılığıyla gerçekleştiğinin bilincindedir. “Bilinmekliliğini seven Allah’ın” tecelli mahalli olan namazdaki bireyi ilahi Zatını, ilahi sıfatlarını, ilahi isimlerini açığa çıkması için halk ettiğini ilan etmekte ve O’nun tüm bunlardan yüce ve büyük olduğunu alemlere “kul lisanından” Allah kelamıyla bildirmektedir. Kulu bu ilahi vasıflarla donatmasının gayesinde “Allah’ın kendisinin bilinmesi” için halk ediliş olduğunun idrakindedir. Bu bilinçle namazdaki kişi gizli hazineden yani Ahadiyeti Zat mertebesinden tüm taayyün (açığa çıkış) ve tecelli mertebelerinden geçerek şehadet aleminde “Allah’ı bilmek için” yaratıldığını anlayacaktır. Bu amaçla namaza başlamaktır.

Kişi hangi nefs mertebesinde bulunuyorsa o mertebeden Hakkı temsil etme potansiyeli ile namaza başlamaktadır. Namazdaki eğitimi “O’nu bilmeye” yönelik “O’nun vekili ve halifesi” olarak O’nu O’na kendi nefs mertebesinden sunmasıdır. Bu eğitimi ve vekilliği sağlayan “Allah” ismi camisidir. Allah isminin tecellisi altında namaza girmekte ve Allah’la olmaktadır.

Kişi Allahuekber dediğinde Allah’ın Zatına yönelirken, O’nun uluhiyet tecellisi içine girmektedir. Namaz Allah’ın uluhiyetini (ilahlığını) kula gösterdiği ve kulu eğittiği tevhid eğitimidir. “La ilahe illallah” hakikatinin fiil olarak yaşanmasıdır. Allah ismi camisi altında O’nun sıfatlarının ve isimlerinin tecellisine muhatap olmakta ve bunları taşımaya istidat kazanmaktadır. Taşıdığı oranda ve tecelliye hakkıyla riayet ettiğinde O’nun vekili ve halifesi olmaktadır. Bu geniş kapsamı ifade eden gerçek ise ellerin “hu” şeklindeki kulağa ve gözle yönlendirilmesidir. Yüz ve gönül (oradaki nefsi natıka) ilahi hüviyetin kişideki, kişinin zatını temsil eden iki yönüdür.

Ayrıca namazdaki kişi tüm varlığını Hakk’a döndürüp O’na teslim ettiğinden, Zatına temsil etmektedir. Namazdaki kişi izafi hüviyeti, ilahi Zati hüviyetin tecellisinde olduğundan ilahi hüviyetin özellikleri ile zuhura çıkmaktadır. Ellerin içindeki sağda 18 (٨ا), solda 81 (ا٨) toplam 99 esma ile hüviyetinde toplanmış olan potansiyel isim ve sıfatları ile Zatıyla beraber olmaktadır. 99 Esma özetle tüm esmaları temsil etmektedir. “99 Esmayı ihsa eden Cennete girer” hadisi ışığında, namaza başlayan kişi dünyada iken Cennete dahil olmaktadır adeta. Tabi kendi nefs mertebesi düzeyinde. Cennet ise Allah’ın kudret sıfatına girmektedir. Yani namaz Allah’ın kudretininde idrak edileceği sahadır. Nefsi natıkası Allah’ın kudret eli altındadır. “Nefsim kudret eli altında olan Allah’a yemin ederim ki…” buyuran Hz. Resul (sav) bir açıdan bu hali anlatmaktadır. Çünkü nefsi natıka Allah’ın Zati, sıfat, ve isimlerinin tecelli mahallidir. Bu tecelliler ifade edilerek “Kalp Rahmanın iki parmağı arasındadır”. Yani ilahi isim ve sıfatlarının, Celal ve Cemal sıfatlarının tecelli mahallidir. Namazda bu şekilde “kudret” altında olan kişinin her zikri Kur’an’dandır. Peygamber Efendimiz (sav): “Benim mucizem Kur’andır” buyurarak namazda “kudret” ve “mucize” yi birleştirmiş olmaktadır. Kişi kudret tecellisi altında Kur’anı okuyarak nefsini “Allah ile” arındırıp (tezkiye), Kur’an-ı natık haline çevirme fırsatını yakalamış olur.

Kişi fiillerini bu tecelliler altında açığa çıkarır. bu nedenle namaz kişiyi fenalıktan ve kötülüklerden alıkoyar. Zira nefs namazda tezkiye (arınma) halindedir. Arınan nefisten çıkan fiillerde güzel olacaktır.

Allah ismindeki “Hu” ilahi hüviyeti temsil eder. Allah ismiyle açığa çıkan tüm alemlerdir. “Hu” ismi tüm bu açığa alemleri bünyesinde bulundurduğu gibi “hüviyet gaybı” dediğimiz henüz açığa çıkmamış tüm vasıflarınıda taşır ilahi Zatın. Burası ilahi Zatın “BEN” olarak kendini belirttiği mertebedir. Açığa çıkmamış yönünü temsil eder. Bu mertebeye “Mutlak Zat”, “Künhü Zat”, “Hüviyet-i Mutlaka”, “Hüviyet Gaybı” isimleride verilir.

Kişi Allahuekber dediğinde “Hu” ile bu mertebeye yönelir. Gizli hazinede bir nokta gibi olan yerini alır. Ekber diyerekte, ilahi Zatın açığa çıkmış her türlü özelliğin üzerinde vasıflarının olduğunu ve açığa çıkmamış vasıflarının olduğunu ilan ederek O’nu tenzih eder. Açığa çıkışıyla da teşbih eder. Yani “Allahuekber” sözüyle O’nu hem tenzih hem teşbih ederek tevhid etmiş olur. Aynı zamanda “Künhü Zatını idrak edemedik” hadisini de bu mertebede idrak etmiş olur.

Hüviyet Gaybı mertebesinin tam manasıyla idrak edilemeyeceğinin bilinciyle, O’nun huzurunda O’nunla “Hu” nun kulu olarak, kul mertebesinde namaza başlar.  Bu kul duruşu namazdaki kişinin Allah’ın Zatı, sıfatları, isimleri ve fiilleri ile varolduğunun itirafı ile oluşan bir kul duruşudur. İzafi varlığının tamamiyle Hakkın taayyün (açığa çıkış) ve tecellilerinin sayesinde devam ettiğini itiraf eden bir duruştur. Bu bilişle duruş hem sevgiyi hem saygıyı hemde korkuyu bir arada bulunduran değerli bir duruştur.

Aynı zamanda namazdaki kişi kendi izafi fiil, izafi isim, sıfat ve zatının Allah’ın nefsine olan tecellileri ile açığa çıktığının bilincindedir. Zuhurunun bunlar sayesinde olduğunu anlayarak hüviyetinin hakikatine ulaşır ve “Mutlak Tevhid” ile namaza başlar. Zira “Allahuekber” sözü tam tevhidi içermektedir. Kişi “Allahuekber” kelamıyla Hakk’la halkı tevhid ederek, tevhidle huzurdadır. Bu nedenle namaz tam bir “tevhid eylemi” dir. Zaten her zaman huzurdadır. Hakk her an onu görmekte ve bilmektedir. “Nerede olursanız O (hüve) sizinle beraberdir” (Hadid/4) hükmü gereği her an, her yerde Hakk zuhurları ile birliktedir.

Ancak namazda bu hususun “özel eğitimini” almaktadır. Bu eğitimle namaz dışındaki hallerinide, Hakk’ın huzurunda Hakk’la geçirebilsin. Bu eğitim bunuda sağlayacaktır. İrfan yolu eğitiminde aldıklarını namazda O’na sunma fırsatınıda kazanacaktır.

Namaz bu açıdan Vahdette-Kesret ve Kesrette Vahdet eğitiminin gerçekleştiği ve uluhiyeti Zatın tevhid edildiği, kişiyi Zata ulaştıran kompleks bir eylemdir. Bu nedenle “namaz müminin miracıdır”. Ancak bu eğitimler ile “lâ ilahe illallah” kelamı manası ve gereği ile idrak edilebilir. “Lâ ilahe illallah, işte Ben O’yum” kudsi hadisi yaşama adapte edilir.

Namazda bir halden bir hale; bir mertebeden diğer mertebeye “Allahuekber” ile geçildiğine dikkat edilecek olursa, hem namazda hemde halk içinde bu sözün manasıyla yaşamanın anlamı dahada önem kazanacaktır.

Allahuekber; Allah ve Hu isminin diğer ilahi isimlerden her birinden alâ, yüce olduğuna işarettir.

Ayrıca Cenab-ı Hakkın Kendisinin Kendisini zikreylemesi, kullarının Hakkı zikreylemesinden büyüktür anlamınıda taşır. Zira kulun zikri Hakkın zikri ile kaimdir. Kim bu şekilde Hakkı zikrederse, bu zikir dolayısıyla kendisine Cenab-ı Hakkın o kimsenin “ayn” ı ve hakikati olduğu keşfen ve zevken olanda, mezkur olanda Cenab-ı Hakktır demektir. Cenab-ı Hakk kendisini başkasının “künhü zatı” olarak bilmesinden ekberdir, alidir demektir. Yani büyüklüğünü yine Kendi bilir. Çünkü gayr yoktur.

Ayrıca Allah ismi cami vasıtasıyla ilahi isimlerin zuhuru ve sureti olan her “izafi hüviyetin” ötesinde hüviyet gaybı olarak ali ve büyüktür demektir. Hüviyet gaybı olarak bilinmekte, idrakten uzaktır. Kendini Kendi bilir. İlahi Hüviyetini Kendi bilir demektir.

“Allahuekber” demek Cenab-ı Hakkın Zatının, bizim nefy ettiğimizden de, ispat eylediğimizden de ali ve azam olduğunu idrak etmektir ve “la ilahe illallah” lafzı tenzihi; teşbihi ve tekbiri öz olarak tahakkuk haline geçirme halidir. Bilki Allahu Tealanın bütün esmai hüsnasının manaları şu dört kelime içindedir. Bunlar “sübhanallah”, “elhamdülillah”, “lâ ilahe illallah” ve “Allahuekber” kelimeleridir.

Allahuekber, ALLAHU-AHAD anlamındadır. Zahir, batın, evvel ve ahir olan ilahi hüviyetin (hüve) tek ve bir vücudu (vahdet-i vücud) temsil ettiğinin ifadesidir. O’ndan başka bir şey yoktur ki, en büyük olsun. İzafi ve itibari olan şeyler için EKBER dir. Yoksa O, ZAT İTİBARİYLE TEK ve BİR, zuhurları ve mertebeleri açısından çoktur. Bu izafi mertebelere göre EKBER; ZATI TEKLİĞİNDE ise AHAD’ dır. “Kulhüvallhuahad” (İhlas/1) ayeti bu tekliği ve “Allahussamed” (İhlas/2) ayeti ise bu teklik (vahdet) içinde mertebelerdeki çokluğun (kesret) O’na olan fakrını ifade etmektedir.

“Allahuekber” lafzı şehadet alemiden (zahir-ahir) gayb alemine (batın-evvel) olan lafzıdır. “Allahuahad” manası ile “zahir, batın, evvel, ahir” itibar ve izafetleri ortadan kalkar. TEK-BİR-ALLAH açığa çıkar. Tevhid oluşur. Tevhid ise izafeleri kaldırmaktır. Bu mana ile “Allahuekber” lafzı ezeli-ebedi kelam olup, dünya ve ahireti içinde bulundurur. Allahuekber ile namazda kişi cennete dahil olur. Cennet hazinelerini nefsine ve alemlere sunar.

Ezan-ı Muhammedi de Allahuekber lafızları bu manaları taşır. Sondaki “Allahuekber” ve “La ilahe illallah” lafızları ile Allah’ın sonsuz hüviyetini ve hazinelerini uluhiyet gerçeği ile idrak edebildiği kadar idrak etmeye çağrılır. Allahuekber ile namaza başlayan kişi “La ilahe illallah Muhammeden Resulullah” tevhidini namazda yaşar. Ezan-ı Muhammedi ile davet edildiği yaşam şeklini namazda özel olarak yaşar. Namaz dışındaki yaşamınıda bu hale sokmaya çalışır. Bu hali idrak ile yaşamak ise “tasavvufta tevhid ve nefsi irfan yolu” ile mümkündür. Nefsini ve Rabbını bilmesi yolunu Hz. Resul (sav) herkese açmıştır.

“La ilahe illallah” uluhiyet tevhidinin eğitimini sunar. Bu ise “tasavvufta tevhid ve nefsi irfan yolu” eserimizin özüdür.

Ezan-ı Muhammedi “Allahuekber” ile başlar tenzih, teşbih ve tevhid yolunun müşahedeli yaşamını özetleyerek yine “Allahuekber” ve “La ilahe illallah” biterek bütün bu hakikatlerle Hakk’ı irfana bizi davet eder.




önceki sayfa               sonraki sayfa
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi24
Bugün Toplam447
Toplam Ziyaret888239
Hava Durumu
Saat
Takvim