9. ŞERİATI MUHAMMEDİ – SÜNNET-İ MUHAMMEDİ ve
NEFSİ NATIKA
Şeriat-ı Muhammedi ve Sünnet-i Muhammedi insanlığın yaşamını düzene ve nizama sokan Allah ilminin şehadet alemine yani dünyaya yansımasıdır. Şeriat-ı ve Sünnet-i Muhammediye’yi Peygamber Efendimiz (sav) şöyle tanımlamıştır: “Şeriat sözlerimdir, tarikat fiillerimdir, marifet tavırlarımdır, hakikat sırlarımdır”. Örnek verilecek olursa; Peygamberimiz (sav): Adem su ve balçık arasında iken Ben peygamberdim” ve “Biz son gelen ilkleriz” sözlerini de söylemiştir. Bu sözlerin hakikatine ve marifetine ulaşmak tarikat (fiiller) yoluyla mümkündür. O’nun batını Hakikat-i Muhammedi zahiri Hz. Muhammed (sav) olduğundan bu ilişkinin anlaşılması için irfan eğitiminin alınması gerekir. Bu sözlerin açılımının anlaşılabilmesi için zahiri şeriat hükümleri yetmez. Hakikat-i Muhammedi peygamberimizin batınıdır. Batını olan hakikat ve marifete ise irfan eğitimi yoluyla ulaşılabilir.
Allah ilahi hüviyetinide “Hüvel evveli, vel ahiri vez zahiri vel batın ve hüve külli şeyin alim” (Hadid/3) olarak “O evveldir, ahirdir, zahirdir ve batındır, her şeyi bilicidir” diyerek belirtmiştir.
Allah’ın hüviyetinin aynası ve tecellisi ile aynısı olan Peygamberimizin de (sav) bu vasıfları taşıyacağı açıktır. Peygamberimizin ve hepimizin evveli-ahiri ve zahiri-batını mevcuttur. Şeriat-ı ve Sünneti Muhammedi bütün bu vasıfları bünyesinde cem etmiştir. Hem evveli, hem ahiri hem zahiri hemde batını ifade etmektedir. Bu vasıfları taşımayan ilim eksiktir ve tamamlanması gerekmektedir.
Şeriat-ı ve Sünnet-i Muhammedinin temeli Kur’an’dır. Peygamberimiz (sav) Kur’an için “Kur’an’ın zahiri, batını, haddi ve matlaı vardır. Batınında yetmiş batına kadar anlamı mevcuttur” buyurmuşlardır. Kur’anın zahiri, zahiri şeriat hükümleridir. Batını ise Hakikat-i Muhammedi kaynaklı ilimlerdir. Haddi sınırları, matla-ı kaynağını aldığı mertebelerdir. Görüldüğü üzere Kur’an’ında zahiri, batını, evveli ve ahiri mevcuttur. Zira Kur’anda ilahi hüviyet (hüve) kaynaklıdır. Allah’ın ilmi ve kelamıdır. “Benim mucizem Kur’andır” buyuran Hz. Resul (sav) adeta Şeriat-ı ve Sünnet-i Muhammediyi her mertebede ezeli ve ebedi olarak açıklamıştır. Bu nedenle şeriat ve sünneti zamanla ve mekanla sınırlandırmak mümkün değildir. Her an gelişen ilmini açıklar, sadece zahirini değil, batını, evveli ve ahiride içine alan hakikattir. Bu hakikatlere ulaşmak içinde O’nun yolunu izleyip “tarik-i Muhammedi” yoluyla hakikat ve marifet sırlarına ulaşmak gerekir. Kısacası şeriat-ı ve sünnet-i Muhammediye şeriat, tarikat, hakikat ve marifet mertebelerini bünyesinde barındıran hakikattir ve ilimdir. Bu hakikate ve ilme ulaşmanın yoluda tüm bu mertebelerin ilimlerini yaşama sokmakla mümkündür. Kişi bu mertebeleri yaşama soktuğu oranda Peygamber Efendimizin Sünnetine hakkıyla riayet etmiş olur. O’nun aynası olur. Sadece zahir ile yetinmek eksik olup, batını ile de tamamlanması gereken bir olgudur. Nefsimize tatbik edeceğimiz Sünneti Muhammedi hem zahir hem batın hem evvel hem ahir hükümleri içermelidir. Zira nefsimiz Hakkın Rab ismiyle tecelli mahallidir. Allah Rububiyetini Kur’anla kullarına bildirmiştir. Nefsi natıkamızı, Kur’an-ı natık haline getirebilmemiz için tüm bu hükümleri bir arada nefsimize tatbik ederek O’na ayna olabiliriz. Ancak bu yolla İlahi hüviyetten hissemize düşen payı arttırarak Rabbımızı bilme yolunda ilerlemiş oluruz.
Allah, hüviyetini alemlerde Kur’an ile açmıştır. Kur’an hakk’ın ilmini alemlerde zuhura getirmesi ve ilahi kanunlarla alemlerde konuşmasıdır. Bu nedenle alemler ve insan fiili Kur’an, temsili Kur’an ve tafsili Kur’an’dır. Her mevcud ve insan kendi nefs mertebesinden Kur’an’ın zuhura çıktığı görünme yerleridir. Kur’an her zamanda zamanın gerektirdiği ilmi açığa çıkarır. Kur’an’ın açığa çıkardığı hüviyeti kadar Hakk’ı bilebiliriz. Açmadığı kısım ise “hüviyet gaybı” olarak gizli hazinenin açılacağı zamanı bekler. Hz. Resul (sav) “Kur’anın zahiri, batını, haddi ve matla-ı ve batınında batını vardır” buyurarak bize bu konuda büyük ışık tutmuştur.
Kur’anın zahiri açıklanan zahir şeriat hükümleridir. Batını ise zahir yönün hakikat ve marifet hükümlerin bildirilmesidir. Haddi derken zahir ve batın hükümlerini belirten ve birleştiren sınırları açıklar. Matla-ı derken ise zahir-batın-evvel-ahir hükümlerini birleştiren ana kaynağı Zati Hüviyetini belirtir. Bunu belirten ayette “O (hüve) evveldir, ahirdir, zahirdir, batındır; O (hüve=ilahi hüviyet) her şeyi bilicidir” (Hadid/3) buyurulmaktadır. Bu nedenle Şeriat-ı Muhammedi ve Sünnet-i Muhammedi bütün bu vasıfları birleştiren ve açan hususları içerir. Kur’anın yaşama sunulmuş biçimidir. Zahirsiz batın, batınsız zahir, evvelsiz ahir, ahirsiz evvel eksiktir. Şeriat-ı Muhammedi’nin yaşanmasıda bu nedenle eksik kalır. Şeriat-ı Muhammedi ise insanı “kamil insan” yapmak üzere konulan hükümleridir. Eksik ve noksan bir insan Hakk’ı tam yansıtamaz. Eksik ayna olur. Kur’an’dan Temsil ettiği ise yansıttığı kadardır. “Ben Ademi kendi suretimde ve Rahman suretinde yarattım” kudsi hadislerinden hissesi kamil manada olmaz. İsim ve sıfatlarını ve Hakk’ı temsil ve tafsil ettiği oranda insan olur. Esas olan ise “insan-ı kamil” olmaktır. “Zahir-batın-evvel-ahir” yönleriyle ilahi hüviyeti kamil manada temsil ederek “halife” olarak yaşamaktır hedef. Bu nedenle Kur’an’ı hadiste belirtildiği ve ayette açıklandığı üzere zahir-batın bütünlüğü ile yaşamak gereklidir. Şeriat-ı Muhammedinin gerçek hedefi de budur. “O hevasından konuşmaz. Konuştuğu ancak vahy iledir” (Necm/3-4) hükmü gereği Sünnet-i Muhammedi’de Kur’an’ın yaşanmış ve tafsil edilmiş halidir. O da bütün bu özellikleri açandır.
Nefsi natıka ise Allah’ın nuru ve Kur’anın sırrı makamıdır. Kendinde dürülü olan Kur’an sırrının açığa çıkabilmesi için Şeriat-ı Muhammedi ve Sünnet-i Muhammediye’ye uyması gerekir. Nefsi natıka asli haline gelene kadar ancak Şeriat-ı ve Sünnet-i Muhammedi’ye uyar ve uygularsa NUR ve KURAN-I NATIK vasfını kazanabilir. Bunun başka bir yolu yoktur. Bu nedenle nefsi natıkanın bu vasıfları kazanması ancak “zahir-batın-evvel-ahir” hükümlerini bünyesinde yaşaması ve birleştirmesi ile mümkündür. Bu hükümleri birleştirmeyen “kamil insan” ve “kamil halife” olamaz. Kendi nefs mertebesinin temsilcisi ve uygulayıcısı olurlar. İnsan-ı Kamil tüm bu hükümleri birleştirdiği için Hz. Resul (sav) “Beni gören Hakk’ı görür” buyurmuştur. O, tüm yönleri ile (zahir-batın-evvel-ahir) Hakk’ı temsil eden ilahi aynadır. O’nun varislerinin de hissesi vardır, bu açıdan bu hadisten hissemizde ancak Şeriat-ı ve Sünnet-i Muhammediye’yi ilahi hüviyetin bu dört itibari ile birleştirebildiğimiz orandadır.
Makam-ı Mahmud’daki yerimizde, mümin ve Müslüman olarak mertebemizde “zahir-batın-evvel-ahir” hükümlerini “şeriat-tarikat-hakikat-marifet” mertebelerinde idrak ederek yaşamamız ile ilgilidir. Tüm bu hüküm ve mertebeleri birleştirmek ise Şeriat-ı ve Sünnet-i Muhammediye’yi yaşama alıp “Kur!an-ı Natık” olmaktır.