A.H. 129. Nefsi Natıka, Rububiyet ve Uluhiyet
129. NEFSİ NATIKA, RUBUBİYET ve ULUHİYET
“Nefsinle (kendi kendine) yalvararak ve ürpererek yüksek olmayan bir sesle sabah akşam Rabbini an. Gafillerden olma” (Araf/205)
Nefs herkesin “Ben” dediği hakikatidir. Kişi ben dediğinde hakikatini bilmiyorsa, Allah’tan en uzak noktadadır. Kendi hakikatinden gafildir. “Nefsini bilen Rabbını bilir” buyuran Resul (sav), Rabbı bilmeyi kendi hakikatini bilmeye bağlamıştır. İnsan nefsinin hakikati Allah’ın nurunu ve Kur’anın sırrını taşır. Kişi bu hakikate ise irfan yolu ile ulaşır. Hadisin orjinali “Men arefe nefsehu fekad arefe Rabbehu” lafzıdır. Bilmekten kasıt irfandır. Yani ilim ve amelin birlikteliği ile ihlasla O’nu tanımaktır. Bu ise seyri süluk denilen irfan yolunun eğitimi ile mümkündür. Bu irfanın temel noktası ise nefsinin Allah’ın tecellisinin merkezi oluşudur. Kişinin nefsi her ilahi ismin, sıfatın dolayısıyla İlahi Zatın idrak ve müşahede edildiği cevherdir. Bu idrak ve müşahede NUR tecellisi ile olur. Nur Allah’ın Zatıdır. İsim ve sıfatlarıda bu nedenle NUR’dur. Nefsini nur eden ise HU’ya ulaşır. Hu’ya (ilahi hüviyete) ulaşan ise Allah ile “hüviyet-mahiyet” beraberliği içindedir. Nefsini Hu’ya katmış “fenafillah” halini idrak etmiş; “abduhu ve resuluhu” vasıflarına bürünerek “bekabillah” elbisesiyle tahakkuk etmiştir. O’nun elbisesiyle tecelligah olmuştur. Yunus’un “Ete kemiğe büründüm Yunus diye göründüm” dediği haldir. İşte böyle bir nefs, Rabbını zikrettiğinde “Hüviyet beraberliği” içinde “billahi” sırrıyla Hakkladır. Hakkla olan ise O’nu bilir. Zira zikir, zikreden ve zikredilen BİR olmuştur. “Ben, Beni zikredenle beraberim” ve “Ben size şah damarınızdan yakınım” buyuran Allah bu birliktelik içinde gafletten uzak kalınacağınıda belirtmektedir. “Nefsinle Rabbini an” ifadesi nefsinle tüm ilahi isimlerle Allah’ı zikret ki uluhiyet (ilahlık) hakikatine ulaşabilsin. Uluhiyet ve Rububiyetini alemlerde nasıl gerçekleştirdiğini nefsinde yaşayarak idrak edebilesin demektir. Yani nefsinle “lâ ilahe illallah” sırrına ulaşabilsin. Sabah derken bekayı, akşam derken fenayı yaşaki nefsini uluhiyet ve rububiyetin tecellilerine bırakabilesin. Adeta denizdeki damla ve güneşteki zerre gibi olabilesin. “La ilahe illallah işte Ben O’yum” buyuran Allah’ı uluhiyeti ile idrak edebilesin. Uluhiyeti kavramak ise nefsindeki Rab tecellisini idrak edebilmeyi gerektirir. Rabbını bilen ise nefsindeki uluhiyet tecellisini yaşayarak idrak edebilecektir. Böyle bir yaşam içinde olan ise “abduhu” sırrıyla yaşar. Gafletten uzak bir yaşamdır. “Gafillerden olma” buyurularak “abd-kul” sırrına ulaşmayı ve nefsi ve Rabbı bilmeyi bize kibarca emretmektedir.