“Ben sizin Rabbınız değil miyim?” (Araf/172)
Her insanın Allah’ın Zati İlminde bir hakikati vardır. Bu ilmi hakikate ayan-ı sabite (sabit hakikat) denir. İlmi Zat kaynaklıdır. Zat mertebesinde olduğundan henüz varlık kokusu almamıştır. Hakk Zatından Zatına Zatıyla tecelli ederek ayan-ı sabitelere hayat vermiştir. İşte bu Zati tecelliye “Nefesi Rahman” adı verilir. Diğer adları ile “genel vücud nuru tecellisi” ve “tecelli-i vahid”dir. Zati Tecelli olan Nefesi Rahman ile ayan-ı sabitelere (ilmi hakikatlere) nur tecellisi yapılmış olup ilmi hakikatler izafi yokluktan varlık sahnesine (izafi vücud) çıkarılmışlardır. Bu nedenle ayan-ı sabiteler hay sıfatını taşırlar ve ilahi isim ve sıfatları bünyelerinde taşırlar. Ayan-ı sabitelerde bu hayatiyet sayesinde idrak sahibidir. Nefsi natıka (insan nefsi-ruhu) ayan-ı sabitelerdeki ilahi isim ve sıfatları zuhura çıkartmak için Zati İlmin aynası ve İlahi Tecelli oranında aynısı olarak insana verilmiştir. Hakk Kendindeki ilahi kemali insan kanalıyla açığa çıkarmaktadır. Daha insan “Zati İlim” mertebesinde iken Hakk onlara “Ben sizin Rabbınız değil miyim?” sorusunu yöneltmiş ve her insan nefsi şahid tutulmak suretiyle “Evet Rabbımızsın” cevabını kendisindeki hayat ve idrakle vermişlerdir. Bu cevap ile İlmi Zat mertebesinde “MÜMİN” olmuşlardır yani “nefislerini ve Rablarını” bilmişlerdir. Nefsi natıka kendindeki kemali açığa çıkartmak için şehadet alemine indirilmiştir. Bu iniş (nüzul) sırasında geçtiği her mertebeden değişik değişik ahlaklar, sıfatlar alarak “Allah’ın nuru” ve “Kur’anın sırrı” olan asli hali örtülmüş ve perdelenmiştir. İslam fıtratında doğan her çocuk kendini bilene kadar çevresindeki etkilerlede farklı sıfat ve ahlaklarla donanır. Yani nefsi natıka hakikatinden uzaklaşır. Edindiği sıfatlar ile örtülmüş olur. İnsandan “Nefsini bilen Rabbını bilir” hadisiyle istenen asli hakikatini idrak etmesi ve yaşantısını Kur’an ve Sünnete göre ayarlamasıdır. Bu nedenle “Ey iman edenler iman ediniz” (Nisa/136) buyurularak elestte ki “mümin” vasfımızı şehadet aleminde de Allah’la Allah’a göstermemiz istenmektedir. Bu ise kelime-i şehadetin yaşanması ile mümkündür. “La ilahe illallah Muhammeden Resulullah” tevhidinin irfanına ulaşmaktır. Allah’ın uluhiyetini (ilahlığını) her zerrede bilmek ve Kur’an ve İnsan-ı Kamil kanalıyla açığa çıkardıklarını gönülden tasdik etmektir. Bu ise nefsi natıkanın asli vasıfları olan Allah’ın nuruna ve Kur’anın sırrına mazhar olmaktan ibarettir. Nüzul yoluyla örtülen hakikatine, uruç (yükselme) yoluyla yeniden ulaşmaktır. Bunun eğitimide “tasavvufta tevhid ve nefsi irfan yolu” ile alınır. Bunun bir adıda seyri süluktur. Aldığı irfan eğitimi ile yeniden aslına ulaşmaktır. Kendini tanımak ve bu yolla Allah’ı tanımaktır.