İLMİ TEVHİD-İ ESMA
“Allah’ım bana eşyanın hakikatini göster” duasını bütün benliği ile yapan irfan yolcusuna, öncelikle tevhid-i esmanın ilmi açılır. Alemlerde bulunan her mevcudun, ki bu mevcudların içine insanda dahildir; Allah’ın Ezeli Zati İlminde bir hakikati vardır. Mevcudların hakikatini (ayan-ı sabite) oluşturan ise ilahi isim ve sıfatlarıdır. Her mevcudun bir hakikati vardır. Bu hakikate “ayan-ı sabite” adı verilir. İlmi Zatta bulunduğundan varlık kokusu almamıştır. Allah bir mevcudu alemlerde zuhura çıkarmak istediğinde, ayan-ı sabiteyi oluşturan isimlerin suretlerini zuhura çıkaracak şekilde planlar. Her mevcudun nefsini, ilahi ismin tecelli mahalli olarak halk ederek, nefs-i natıkayı beden ile birleştirerek şehadet alemi olan yeryüzünde açığa çıkartır. İşte her mevcudun Hakk ile irtibatını sağlayan bu ilahi isimdir. Alemlerde ki her mevcudun Allah’ın Zatı ile irtibatını sağlayan ilahi isimlerinden biri ile ilişkisi vardır. İşte her mevcudun İlahi Zat ile münasebetini sağlayan ilahi isme “Rabb-ı has” ismi verilir. Çünkü bu “ilahi isim” o mevcudu Rab ismi ile terbiye eder, yönetir, denetler vs. ve bu isim o mevcudun kabiliyetine göre özel olarak Hakk tarafından mevcuda verilmiştir. Bu “rabb-ı has” mevcud ile İlahi Zatı birleştiren ve irtibatlarını sağlayan özel yönüdür (vechi has) ve mevcudun zatına hasdır. Bu isim her mevcuda tecelli ettiği zuhur mahalli nefsdir. Rabb-ı has olan bu isim mevcudun Zatla ve alemle ilişkisini yönlendiren ilahi isimdir. Örneğin: insana gıda, rızık olan her mevcudun Rezzak ismini alması gibi. Ancak baskın olan bu ilahi isim yanında, mevcudda diğer ilahi isimlerde potansiyel olarak bulunmaktadır. Örneğin Rezzak olan bir şeftalinin Halik, Bari, Musavvir esmalarıyla yaratıp, şeklinin verilmesi gibi, bahsedilen ve diğer isimleri bünyesinde barındırır. Her mevcudda cismini, beden yapısını bu üç isim sayesinde oluşturur. Ve her cisim ve bedende bütün ilahi isimleri potansiyel olarak taşır. Ama dominant isim “Rabb-ı has” olarak isimlenirsede, diğer isimlerde zuhura çıkmaları gerektiğinde zuhura çıkar. Zira ilahi isimler TEK ZATIN farklı yönlerinin isimlerle açıklanmasıdır. Tasavvufta “isim zatın aynıdır” kuralı vardır. Allah’ın zatı mevcut ilişkisini sağlayan işte bu ilahi ismin nefste tecellisi ile zuhura çıkmasından ibarettir. Her ilahi ismin tecelli mahallide nefstir. Bütün fiiller ve alemlerdeki faaliyetler Allah’ın isimleri olan Esmaül Hüsna vasıtasıyladır. Allah’ın isimleri sonsuz olup, fiilleride, fiillerin yarattığı sonuçlarda sonsuzdur. Allah esmasıyla tecelli ve malum, kudretiyle fail, fiiliyle zahir, eserleriyle meşhud olmaktadır.
Peygamber Efendimiz (sav): “99 esmayı ihsa etmeyen Cennet’e giremez” buyurarak, sonsuz olan ilahi isimleri 99 esma ile idrake yaklaştırmış ve bunları anlamamız, yaşantımızda farkedip, hayatımıza sokmamız için bize yol göstermiştir. Esmaül Hüsna ifadesi ayet ve hadislerde Allah’a nispet edilen isimleri ifade eder. Alemler, Allah’ın esmaül hüsnasının (Allah’ın güzel isimleri) tezahür ettiği, ortaya çıktığı menzillerdir. Esmalar güzel olduğundan O’nun halk ettiği her şeyde güzeldir ve isimlerle olan tecellilerde mutlak güzellikten payını alacaktır. Bu isimlerden bazıları çirkin oluşumları gerektirir. Ama onlarda asla çirkin değil, hikmet ve adalet dahilinde açığa çıkmaktadırlar. Tıpkı suçu cezaevine atılmak olan bir suçluyu cezaevine sokmak gibi. Kul nefsinin, Rabbinin isimlerinin tecellileri altında olduğunu ve bu nedenle isimlerine muhatap olduğunun uyanıklığı içinde olmalıdır. Zira her isim esma-i nuru ilahiyedir ve Zati ilahi nurdan hisseleri vardır.
Kişinin “iradi karar anında” esmaların rolü şu şekildedir. İradi karar anında kişi tercihini hangi yolda kullanırsa konuyla ilgili esma veya esmalar tecelli edecektir. Örneğin gayri meşru bir cinsel ilişkiye girmeye niyetlenip “karar anı” nı bu niyeti gerçekleştirmek için fiiliyata geçme tercihini kullanan kişide Mudil ismi yürürlüğe girecek ve fiili yapmış olacaktır. Ancak böyle bir ilişkiye girmeme kararı aldığında, baskın olan isim Hadi ismi olacaktır. İşte iki zıt isim olmasına rağmen, karar ile nelerin değiştiği, sonuçlarının ne derece değiştiği açıktır.
Bütün isimleri, zıt isimlerde olsa, bir araya toplayan cami isim Allah ismidir. Allah Zati isimdir. Hakk ismide zat ismidir. Allah ismi anıldığında, her ilahi isim fiildeki paylarını, hisselerini alırlar. Her ilahi isimde Allah’tan zuhura çıkma isteğini belirtir. Yani her ilahi isim açığa çıkacağı bir zuhur mahalli talep eder. Şartlar oluştuğunda da Allah, hangi ismin tecellisi gerekiyorsa, ilgili nefiste o isim ile zuhura çıkar. Bu nedenle “iradi karar an” ları çok önemlidir. Zira “karar” a göre nefse tecelli olmakta, hangi ismin zuhura çıkması gerekiyorsa, o isim tecellisi ile sonuçları açığa çıkmaktadır.
Cenab-ı Hakk Kur’anı Kerimde: “Dua ederken ister Allah deyin, ister Rahman diye hitap edin. Hangisini deseniz en güzel isimler O’nundur” (İsra/110) buyurarak Esmaül Hüsna ile dua etmek teşvik edilmiştir. Zira fiiller esmaların özelliklerine göre zuhura çıkacaktır. Her ne istersek isteyelim Allah’ın isimlerinin tecellilerinin bir sonucu olacağından, istediğimize yönelik ilahi isimlerle Allah’tan istemek en güzel dua ve ibadet tarzlarındandır. Örneğin Af dileğinde olan bir kişinin; Ya Afüvv, Ya Gafur, Ya Rahim gibi isimlerle taleplerini Allah’a arz etmesi gibi.
Hangi isimlerle Allah’a yalvarıyorsak, Allah’da nefsimize o isimlerle tecelli edecek ve sonuçlarını ona göre oluşturacaktır. Bu nedenle Allah’ın alemlerde ve dolayısıyla nefsimizdeki tecellilerinin isimler kanalıyla olduğunu, irtibatı ve münasebeti isimler ile oluştuğunu bilirsek, ilahi isimlerle O’na iltica edip, istediklerimizin bu güzel yolla karşılanmasını istemek gereklidir. Bunun içinde ilahi isimlerin bilgisini elde etmek gerekir. Zaten Kur’an tarif edilirken “Cemi esma ve sıfatı cami Zat” olarak belirtilmiştir. Yani Kur’an Allah’ın Zatının tüm esma ve sıfatlarını cem etmiştir, bir araya toplamıştır. Buna zıt olan isimlerde dahildir. Hadislerde Kur’an açıklaması olduğundan aynı kaynaktan, Zattan köken almaktadır. Bu nedenle Kur’an ve Hadisi şeriflerde geçen her zat, sıfat ve fiil isimleri bizlere ne şekilde, ne zaman, nerede, nasıl davranacağımıza ışık tutacaktır.
Benliğimizi (ene) oluşturan, nefsimizle Allah irtibatını sağlayan, aslımız olan ilahi isimler olduğunu kişi idrak ettiğinde, kişinin “ene” sini, benliğini zatını Allah’a teslim etmesi oldukça kolaylaşır. Bizde dahil Alemlerde tüm mevcudlarda Allah’ın Zatının ve isimlerinin faaliyetlerinin olduğunu idrak eder. Bu şekilde ki bir bilinç ve idrak nefsimizi mutmain kılacak, bizi Hakka biraz daha yaklaştıracaktır. Zira nefsimizin her fiili bir ilahi isim ile zuhura çıkacaktır. Bu isimler Esmaül Hüsna olup kaynağı Mutlak Zat olan Allah’tır. Böylece fiillerimizi ilahi isimlere dayandırıp, Allah’ın sevdiği ve sevmediği amellerimize biraz daha dikkat etmek zorunda kalırız. Nefsimiz Kur’an ve hadis açıklamalarıyla mutmain olarak yaşantımıza devam etmeliyiz. Böylece Hakka “Rabbine dön” emrine uyarak, Mutlak Zata bir mertebede daha yaklaşmış oluruz. Böylece hem Rabb-ı hassımızı, hem de Rabların Rabbı olan, Rabb-ı hassı bize lütfeden Allah’ı, İlahi Zatı razı kılmak için çalışmalarımızı, gayretlerimizi sürdürmemiz gerekmektedir. Alemlerdeki her mevcudu Rabb-ı hassı ile elinde tutan Allah’ı, alemleri ve nefsimizi ilahi isimler kanalıyla idrak edip, tevhid etmek kolaylaşacaktır. Allah ismi camisi ile Mutlak Zat alemlerde isimleri ile hükümranlığını sürdürmekte ve uluhiyetini (mutlak ilahlığını) ilan etmektedir. Nasıl ki her birerlerimiz, diğerleri tarafından şahsi isimlerimiz ile bilinip, ayırt ediyorsak; Allah’da isimleri ile tanınıp bilinmektedir.
Allah ismi camisi ile her eşyayı, her bireyi, her mevcudu Rabb-ı hasları kanalından uluhiyetine bağlamaktadır. Rabb-ı has münasebeti ile mevcudlar uluhiyetine bağlanmaktadır. Bu kanallar hem mevcudu, hem Allah’ın uluhiyetini anlamayı kolaylaştırmaktadır. “lâ mevcude illallah, la ilahe illallah” zikri ile Mevcudlar ve Mevcudların üzerindeki Allah’ın uluhiyeti tevhid edilmektedir. Tüm mevcudlar Rabbı hasları kanalıyla Allah ismi camisine bağlanmakta, Allah ismi camisi tüm isimleri bünyesinde cem ettiğinden ve uluhiyeti temsil ettiğinden bahsedilen tevhid zikri bu tefekkürlerle yapılacak olursa, nefsimizin mutmain olması kaçınılmazdır.
Böylece alemlerdeki tüm mevcudlar, Allah ismi camisi vasıtasıyla ilahi isimler açısından tevhid edilebilmektedir. İlahi isimlerin çokluğu, Allah ismi camisi kanalıyla tevhid edilebilmektedir. Bu suretle ilahi Zatı daha yakından tanıma fırsatıda kazanılmış olmaktadır.
Her mevcudun Rabb-ı hassı (zatını terbiye eden özel ilahi isim), kendini Hakka bağlayan zati özel yönüdür (vech-i has). İnsanlardan her ferdinde nefsine (zatına) özel bir ilahi isim olan Rabb-ı hassı vardır. Her ferd, bu Rabb-ı hası kanalıyla Hakk’la irtibatı sağlamaktadır. İnsanı diğer mevcudlardan ayıran en önemli özellik ve fark, Zatı, Rabbi hassı aracılığı ile diğer ilahi isimler kanalıyla fiiller ve eserleriyle idrak edebilmesidir. Bunu da daha önce belirttiğimiz, “99 Esmayı ihsa etmeyen cennete giremez” hadisinden anlıyoruz.
Kur’an insanlara indirildiğinden ve tüm isim ve sıfatları cami olduğundan her insan nefsi, bu gerçekleri Rabb-ı has kanalıyla bunları idrak edecek vasıfta halk edilmiştir. Bu özelliği de şu hadisten anlıyoruz. “Her doğan çocuk İslam fıtratında doğar…” İslam fıtratında yaratılan insan ve bu ilmin idraki mahalli olan nefs, kendi zati özel yönü olan Rabb-ı has aracılığı ile tüm mevcudları, alemleri ve bu kanaldanda Zat-ı İlahiyi idrak edebileceği kadar idrak etme kabiliyetinde halk edilmiştir. Nefs tüm alemleri idrak edebilecek ve ilahi zatı tevhid edebilecek özelliklerle donatılarak yaratılmıştır. “Nefse ve ona bir takım kabiliyetler vererek yaratana yemin ederim ki” (Şems/7) ayeti bu özelliklerin nefse verildiğini açıklamaktadır.
İnsan bu ilahi isimlerde ki çokluğun (kesret), tek bir Zatın, Allah’ın farklı özelliklerini belirten isimler olduğunu kolaylıkla idrak edecektir. Allah ismi camisi bütün bu isimlerin özelliklerini bünyesinde cem eden Zati isimdir. Allah ismi camisi kanalıyla Tek ve Bir Zatı tevhid edecektir, birleyecektir. Böylece kesrette vahdete (çokluktaki teklik) adım atacak ve İlahi Zatın Vahdaniyetini idrak etmede en önemli adımı atacaktır.
“Allah insanı Rahman suretinde yarattı” kudsi hadisine görede insan, ilahi isim ve sıfatların zuhur mahallidir. Zira Rahman, isim ve sıfatların zuhura çıkma mertebesidir. Yani insan, isim ve sıfatları yaşayıp, idrak edebilecek ve bunları yaşantısına adapte edebilecek mahiyette yaratılmıştır. İlahi isimlerin mahiyetlerini tam idrak edemese de insan, fiillerde ve fiillerin eserlerinde isimlerin etkilerini müşahede edip, idrakine yansıtabilir. İnsan Mudil esmasının Kur’an daki temsili olan şeytanın fillerinden kaçarak, Hadi esmasının temsil ve örneği olan Hz. Peygamberin (sav) fiillerini tercih etmeli ve hidayete yönelmelidir. Bu iki temsilin fiili örnekleri ve temsil ettikleri esmalarla nasıl hareket edileceği Kur’an ve Sünneti Muhammedi’de ayrıntılı olarak açıklanmıştır. Kişi ferd olarak Kur’an ve sünnete uyarak nefsini bir mertebe daha terbiye ve tezkiye ederek, kalbindeki tasfiye yoluna giderek Hakka daha da yakınlaşmış olacaktır.
Sonsuz olan her türlü esmaların zuhurlarını, etkilerini ve sonuçlarını alemlerde görebilmek mümkündür. İnsan ve mevcudlardaki esma tecellileri, diğer insan ve mevcudlara göre etkileri ve sonuçları açısından nispi ve izafidir. Kısa ve basit bir örnek verilecek olursa; bir evin dış kapısı, evin içinde olan bir insanı Hafiz ismi ile korumakta, Settar ismi ile örtmekte, Batın ismi ile içinde bulundurmakta, kapıdan içeri girmeye çalışan bir hırsıza Mani ismi ile engel olmakta ve Dar ismi ile hırsızı sıkıntıya sokmaktadır. Dış kapının anahtarını kaybeden ev sahibini Kahhar esmasıyla sıkıntıya düşürebilmekte, anahtar elinde olduğunda Nafi ismiyle yardımcı olmakta, içerideki insanın evden çıkmasıyla Zahir ismiyle onun açığa çıkmasını kolaylaştırmaktadır.
Ayrıca hasta olan bir şahıs doktora gittiğinde, mikrobik bir hastalığı olduğunu öğrendiğinde doktor ona ilaç verir. Hastanın hasta olması Dar ve Kahhar esmasının zuhurudur. Doktora başvurması Şafi ismini zuhura çıkartır. Doktorun verdiği ilaç Nafi ismiyle yardımcı olmakta, bizim Hay ismi ile hayatımızı devam etmemize yardımcı olurken, verilen ilaç vücudumuzdaki mikropları Mümit ismiyle öldürmektedir.
İşte bu tip örnekleri hayatımızda çoğaltabiliriz. Bunları idrak ettiğimizde anlarız ki Allah isimleri kanalıyla alemlerde zuhura çıkmaktadır. Tıpkı yaşantımızda bizlerin ve mevcudların şehadet alemindeki isimlerimizle birbirimizle ilişki ve münasebet içinde oluşumuz gibi. Ekmek alacağımız zaman bana bir Rezzak ver demediğimiz açıktır. Rezzak isminin manasıyla temsil edilen ekmek ismiyle şehadet alemindeki ismiyle talep etmekteyiz. Bu örnekleri çoğaltırsak tüm ilişkilerimizin dünyevi isimler kanalıyla olduğunu idrak etmek zor olmayacaktır. İşte mana aleminde de bütün ilişkiler ilahi isimlerin birbirleri ile nispi, izafi oluşuyla yürürlüktedir. Tüm bu mevcudların manalarını oluşturan bu ilahi isimlerin zuhura çıkmasıdır.
Başka önemli bir hususta, her insan ve mevcudun tüm esmaları potansiyel olarak bünyesinde bulundurduğunun idrak edilmesidir. Bu idraki ve izafiyetleri idrak edebilecek ve bunları yaşantısına sokabilecek tek varlık insandır. 99 esma ile özetlenen sonsuz isimleri zuhura çıkarabilecek ve uygulayabilecek tek varlık insandır. Bu nedenle Allah kudsi hadisinde: “Ey Ademoğlu, seni Kendim için yarattım. Eşyayı da senin için yarattım. O halde Kendim için yarattığımı senin için yarattığım ayarına düşürme” buyurmuşlardır.
Kur’an bütün bu sonsuz esma ve sıfatları cem eden, bünyesinde toplayan Allah’ın Zati kelamıdır. Tüm esma ve sıfatları bünyesinde cem eden Allah ismidir. Allah ismi, Mutlak Zati uluhiyetini temsil eder.
Kur’an ve Sünnet ile çizilen hayat ölçülerine göre esmaların hakkını vermesi insandan istenmektedir. Bir şeyin hakkını vermek, esmaları bu konulan ölçülere göre yerli yerine koymaktır. Örneğin şeytanı, iblisi temsil eden Mudill isminin oluşturacağı kaderden, Peygamber ve varislerinin temsil ettiği Hadi esmasının oluşturacağı kadere kaçmak insandan istenen, insana emredilen bir esma tercihidir.
Esmaların hakkını vermemek bazılarını kabul edip, bazılarını kabul etmemek esma şirkine düşme riskine insanı sürükleyebilir. Zira her ilahi isim, Allah’tan açığa çıkma talebindedir. Bu talep karşılığı açığa çıkan esmaları kabul etmemek, reddetmek şirk kapısını aralamaktır.
İnsana düşen görev her esmayı ve etkilerini kabul etmek, iradesini ve tercihini Kur’an ve Sünnetin verdiği ölçülere göre esmaların hakkını vermektir.
Esmalar Allah’ın kuvvet ve kudretini temsil eden melekler vasıtasıyla zuhura çıkarlar. Fiiller ve eseri ile sonuçlarını gösterirler. Her fiili zuhura çıkaran melekler vasıtasıyla ilahi isimlerdir. Esma-i nuru ilahiyedir.
Masiva olarak adlandırılan Allah dışındaki her mevcudun, her kişinin ve her eşyanın Rabb-ı has olarak adlandırılan bir ilahi isimle Allah’ın Zatı ile irtibat halinde olduğunu idrak eden birey, mevcudların hakikatinin, manasının bu mertebede ilahi isimler olduğunu idrak edecek, eşyanın hakikatine bir mertebe daha yaklaşacaktır. İsimler mertebesinde bu idraki sağlayan kişi madde ve mana, mevcud ve Allah arasındaki ilişkiyi, irtibatı öğrenmiş olacak, madde ve maddede oluşan fiillere mana gözüylede bakmaya başlayacaktır. Ve her türlü maddeye, eşyaya, insanlara ve içinde yaşadığı dünyaya hem madde hemde mana gözüyle bakma ferasetini kazanacaktır. Her mevcudun Hakkın bir zuhur mahalli olduğunu, Allah’ın esmaları vasıtasıyla zuhur mahallerinde fiiliyatını sürdürdüğü şuuru ve idraki insanın tüm olaylara bakış açısında önemli değişikliklere yol açacaktır. Bu suretle, eşyanın hakikatini görmesiyle, dünyada Allah’la birlikte yaşaması kolaylaşır. Dünya onun Allah’ı anmasını, zikretmesini engellemeyecektir. Kendi fiillerindeki ihtiyarını ve Kesbini, cüz-i iradesini hatırlayarak ilahi isimleri kullanma yolunu gösteren Kur’an ve Sünnete uygun şekilde davranışlarını sergilemeye oldukça özen gösterecektir. Her mevcudun hakikatini anlayan insan, her mevcuda da Hakk ettiği değeri yerli yerinde verecek, her mevcudun hakkına riayet edecektir. Ölçülere azami ölçüde uymaya çalışacaktır.
Nefs Allah’ın tecelli mahallidir. Rab ismiyle Rububiyetini zuhura çıkardığı mahallidir. Nefsteki tecellisini tüm alemlerde ki mevcutların varlıklarında Rab ismi ile yapmaktadır. Rab ismi tüm ilahi isimlerin tasarrufunu bünyesinde bulunduran ilahi ismidir Allah’ın. Allah Rab ismi kanalıyla tüm mevcutlarda hükmünü yürütmektedir. Alemlerde ki her mevcut bir ilahi isim kanalıyla (Rabb-ı has-ismi has) Hakla irtibat halindedir. İnsan ise tüm ilahi isimleri zuhura çıkartabilecek özellikle halk edilmiştir. Her bireyde “esma kompleksleri” belirli ağırlık kazanmakla beraber, her nefste tüm ilahi isimlerin tecellilerini açığa çıkarabilecek potansiyel vardır. Her nefs, kendisinde oluşan isim tecellilerini hakkıyla yansıtıp, zuhura çıkartabilecek hususiyetlerle donatılmıştır, bu şekilde halk edilmiştir, tesviye edilmiştir. Hakk ismi, bütün bu ilahi isimleri bütünleştiren Zat ismidir Allah’ın. Her ilahi ismin tecellisini hakkıyla zuhura çıkarmak gerçek kulluktur. Bu nedenle ilahi isimleri bilmek ve onları hayat içerisinde yaşamak önemlidir. Her ilahi isimde Hakk’tan kendilerini ortaya çıkaracak zuhur mahalleri isterler ve ortaya çıkmak için Allah’tan istihkaklarını talep etmektedirler. İnsana düşen görev her esmayı hakkıyla zuhura çıkarmak, esmaların hakkına riayet etmektir. İlahi isimleri tüm özellikleri ile yaşamında idrak edebilen kişide bilinçli olacaktır. İradeside bu yönde gelişeceğinden “iradi karar anları” belirli bir düzene girecektir. Davranışları, alışkanlıkları olumlu yönde gelişecektir.
Ayrıca mevcudların ve bireylerin zahir yapıları yani cisim ve bedenleri sanki mevcudun ve bireyin Hakk’tan ayrı imiş vehmini, algısını yaratır. Mevcudun cisminin ve bireyin beden yapısının Hakkın; Halık, Bari, Musavvır ve Zahir isimleri başta olmak üzere ilahi isimler kaynaklı olduğu idrak edilirse, mevcudların dolayısıyla bireylerin Hakkın ilahi isimlerinin zuhur mahalli ve bir tecelligah olduğu şuuruna varılacaktır.
Rabb isminin anlamına kısaca değinelecek olursak; Rabb kelimesi terbiye eden ve yetki sahibi anlamında ilahi bir isimdir. Aynı zamanda ıslah etmek, üzerinde tasarrufta bulunmak, kemale erdirmek, efendi olmak, sorumluluğunu yüklenmek, başkanlık yapmak, malik ve sahip olmak, sözü dinlemek, üstünlüğü ve otoritesi kabul edilmek gibi anlamlarıda bünyesinde barındırır.
Rab sadece terbiye eden (mürebbi) anlamında olmayıp, yardım etmek, yol göstermek, tasarruf etmek, korumak, her şeye hakim olmak, emretmek ve yasaklamak, sakındırmak gibi terbiyenin bütün gereklerine sahip olabilmeyide ifade eder. Bunun için Rab denilince sadece terbiye ve malik olma durumları değil, her şeye sahip olan ezeli ve ebedi ve sonsuz kudret sahibi Allah anlaşılmalıdır.
“Zalikümüllahi Rabbiküm” (Enam/12) “İşte Rabbınız Allahtır” buyurulurak bu gerçek anlatılmaktadır. Rab ismi bu nedenle uluhiyetin kontrolünde Allah ismi camisindeki tüm isimleri zuhura çıkaracak vasıfları taşıyan ilahi isimdir. Allah Rab ismi kanalıyla tüm mevcutlardan, bireylerden oluşan alemler de her türlü tasarrufu gerçekleştirmektedir. Bu tasarrufu “Rabb-ı has veya ismi has” adı verilen her mevcut ve bireyde irtibatlı olan bir ilahi isimle sağlamaktadır. Bu şekilde mevcut-alem-Allah üçlüsü münasebet ve irtibat halinde olmaktadır. Bu münasebet her durumda, her halde ve her zamanda devamlı bir irtibat halindedir. Hakkın tasarrufu bu Rabb-ı hass kanalıyla sağlanmaktadır. Allah uluhiyeti ile de bunları bir arada tutmakta, her an hükmünü icra etmektedir. Rabbı has kanalıyla Allah mevcutlarda dolayısıyla tüm alemlerde hükmünü yürütürken, her mevcutta bu Rabb-ı has kanalıyla Hakk’tan istihkaklarını, donanımlarını, isteklerini, her şeyini talep etmektedir. Rabb-ı has kanalıyla olan bu irtibat her an, her yerde, her şekilde devamlı olan bir münasebettir. Bu münasebeti Nefes-i Rahman devamlı bir arada tutar. Kişi bu kanal nedeniyle Allah ile irtibatının her an her yerde, her şekilde olduğunun idrakine vararak, “Rabbine dön” (Fecr/28) emrine uyarak gerçek Rabbine döner. Daha önce ötelerde, uzaklarda, hayalinde ki rab imajından yani hayali rablardan her an, her şekilde kendisiyle olan bir Rab anlayışına yönelmesini gerektirecektir. Zaten “İmanın başlıca şartı, Allah’ın her zaman seninle olduğunu bilmendir” buyurulmuştur. “Ben size şah damarınızdan daha yakınım” (Kaf/16) ayetiyle bu gerçek ifade edilmektedir. Rabb-ı has kanalıyla bu idrake varan kişi, şuurlanarak, ilmini amel ile destekleyerek yaşamına bu gerçekle devam edecektir.
Hakk, kavramını çok iyi idrak etmedikçe Rabb manasını anlayamayız. Hakk, tüm ilahi isim ve suretlerin bütünlüğü, Rabb ise çokluk aleminin, fiziki alemlerin terbiye edici sistemidir. Özetle her insan hakkın aynasıdır. Her insan Hakk’ın isimlerinin bir belirlemesidir. Yani sen bana bakınca Hakk’ın bir isminin, ben sana bakınca Hakk’ın bir isminin belirmesini görüyoruz. Hakikat Haktır, insan Hakk’ın isimlerinin yansımasıdır. O isimlerle insanı Rab ismiyle tasarrufu altına almıştır. İlahi isimler Hakkın aynası, insanlarda isimlerin aynasıdır. Şeytanı temsil eden Mudill esması ise ilahi isimlerin gerçek hüviyetleri ve hakikatleri ile zuhura çıkmasını engelleyici isimdir.
Mudillin kelime anlamı; şaşırtmak, karmaşık, güç ve çetin hale getirmektir. Yani mudil esması diğer ilahi isimlerin zuhurunu karmaşık, güç hale getirmekte, insanları çeşitli şekillerde şaşırtarak ilahi isimlerin hukukuna tecavüz etmektedir. Dolayısıyla gerçek kulluğada mani olmaktadır. Mudil esması düşüncede iblis, fiilde şeytan adını almaktadır. Nefse vesvese vererek hayal, vehim ve duygularıda kendi yönünde kullanarak insanları şaşırtmakta, fiilleri karmaşık ve güç hale getirmektedir. Bu şekilde ilahi isimlerin gerçek yüzleri, gerçek hüviyetleri ile zuhuruna engel olmaya çalışmaktadır. Mudil esmasının Allah’tan talep ettiği istihkak bu yöndedir. Diğer ilahi isimlerin gerçek hüviyetlerle zuhurunu engelleyecek o kadar çok yol ve yöntemi kişinin nefsine vesvese vererek sunmaktadır ki, kişinin iradi karar anını, dolayısıyla fiillerini ifsad etmektedir.
Mudil esmasının bu rolü imtihan sırrındandır. Bu nedenle Mudil esmasının etkisinden kurtulmanın yolu da ilimden yani Kur’an ve Sünneti Muhammedi’den geçmektedir. Kur’an ve Muhammed (sav) Hadi isminin zuhurları olduğundan, Mudil isminin etkisi yoktur. Bu nedenle şeytan rüyada Peygamber Efendimizin (sav) suretine bürünemez.
Mudil esması, telbis yolu ile Rab isminin özelliklerine ortak olmaya çalışmakta dolayısıyla şirkin kaynağı olmaktadır. Rab olan Allah’ın ilahi isimleri kanalıyla olan tecellilerinin hüviyetlerini değiştirmeye çalışarak, kişiyi şaşırtarak, ilahi isimlerin Rabbin hükümlerini ifsad ederek, adeta kendini ikinci bir rab ilan ederek şirkin kaynağını teşkil etmektedir.
Telbis: bir şeyi örterek sahte hale getirmek, ayıbını örterek iyi göstermek suret-i Haktan görünerek hile edip aldatmak, ilgili şeyin aslını bozarak birbirine karıştırıp, şaşırtmak, güç hale getirmek, bir şeyin zıddıyla ortaya çıkarmak anlamlarını taşımaktadır. Şeytanı temsil eden Mudil esması Rabbani sıfatları örtüp, şeytani özellik ve sıfatlarla fiillerin zuhura çıkması için çaba göstermektedir. Bu özelliklerle şirkin temel unsuru olmaktadır.
Mudil esmasını tanıyıp, gerçek Rabbe dönebilmemiz için konu ile ilgili ayetleri belirtelim.
“Hiç şüphesiz, şeytanın hileli düzeni pek zayıftır” (Nisa/76)
“Kim Allah’ı bırakıp da şeytanı dost edinirse kuşkusuz o, apaçık hüsrana uğramıştır” (Nisa/119)
“Şeytan onlara yapmakta olduklarını çekici gösterdi” (Enam/43)
“Şeytanın adımlarına uymayın. Çünkü o size apaçık düşmandır” (Bakara/168)
“(Size o haberi getiren) ancak şeytandır. (sadece) kendi dostlarını korkutabilir. Onlardan korkmayın, eğer mümin iseniz benden korkun” (Ali İmran/175)
“Allah o şeytana lanet etti. Ve o da “Elbette senin kullarından belirli bir pay alacağım, onları mutlaka saptıracağım, onları boş kuruntulara sokacağım ve onlara emredeceğimde hayvanların kulaklarını yaracaklar, onlara emredeceğimde Allah’ın yaratışını değiştirecekler” dedi. Kim Allah’ı bırakıp da şeytanı dost edinirse, şüphesiz o apaçık bir ziyana uğramış olur. (Nisa/119)
“Şeytan onlara vaad eder ve onları boş umutlarla oyalar. Oysa şeytanın onlara vaadi aldatmadan başka bir şey değildir” (Nisa/120)
“Eğer şeytandan bir vesvese gelirse hemen Allah’a sığın. Muhakkak ki hakkıyla işiten, kemaliyle bilendir” (Araf/200)
“İş bitince şeytan onlara şöyle diyecek: “Şüphesiz ki Allah size gerçek olanı vaad etti, bende size vaad ettim” ama sonra caydım! Zaten benim size karşı bir gücüm yoktu. Ancak ben sizi (küfür ve isyana) çağırdım, sizde geldiniz. O halde beni kınamayın, kendi nefsinizi kınayın. Ne ben sizi kurtarabilirim, nede siz beni kurtarabilirsiniz. Ben önceden beni Allah’a ortak koşmanızı da kabul etmemiştim.” Doğrusu zalimler için acı bir azap vardır” (İbrahim/22)
“Hepsini azdıracağım ancak içlerinde ihlaslı kulların müstesna” (Hicr/40)
“Sana uyan azgınlardan başka, kullarımın üzerinde hiçbir nüfuzun yoktur” (Hicr/42)
“Şeytanın nüfuzu ancak onu dost edinenlere ve Allah’a ortak koşanlaradır” (Nahl/100)
“Ve deki: Rabbim! Şeytanların vesvese ve kışkırtmalarından sana sığınırım” (Müminun/97)
Yukarıdaki ayetler iyice analiz ve sentez edilirse, şeytanın özellikle ihlaslı kullar başta olmak üzere insanlar üzerinde bir gücü ve nüfuzu yoktur. Güç, kuvvet ve kudret Allah’a aittir. Tek bir Rab vardır o da Allah’tır. Kişi şeytanın vesvese ve kışkırtmaları ile nefsiyle verdiği kararı yerine getirmektedir. Bu nedenle şeytan “benim sizin üzerinizde gücüm yoktur, bu nedenle beni değil nefsinizi kınayın” (İbrahim/22) diyerek bizlere Allah bu ayetle yol göstermektedir. Nefsi mülhime bölümünde şahsa gelen düşünce ve fikirlerin nasıl analiz edileceği vurgulanmıştır. Bu ayetlerle o bilgiler birleştirildiğinde ilim alınmış olacaktır. İş bu ilmi pratiğe, amele çevirmektir. Bunun ilk basamağıda şeytanın vesveseleri ve kışkırtmalarından Rabbimiz olan Allah’a sığınmak daha sonra kur’an ve Sünnet-i Muhammedi ile amel etmektir. Niyette ihlaslı olmaktır. İhlaslı niyet, ilim ve amel kişiyi Mudill esmanın etkisinden kurtaracak kişide gerçek anlamda “Rabbine dön” emrine uymuş olacaktır. Burada gösterilecek titizlik çok önemlidir.
Aslında Mudil esması bu ihlaslı titizliğe vesile olarak Rabbımız Allah’ı daha iyi tanımamıza, irfan sahibi olmamıza yardımcı olmaktadır. Mudil esmasının imtihan sırrı olmasında ki gerçekte bu noktada yatmaktadır. İlahi isimlerin gerçek yüzlerini ve hüviyetlerini dolayısıyla ilahi hüviyeti daha iyi idrak etmemize vesile olmaktadır.
“Ve allemel Ademel esmae külleha” (Bakara/31)
Allah, Ademe ilahi esmalarını ve bunların hüküm ve eserlerini öğretti, talim ettirdi. İlahi esmaları zuhura çıkaracak şekilde nefsi tesviye etti. İnsan bu nedenle 99 esma ile özetlenen sonsuz ilahi isimlerini ortaya çıkaracak zuhur mahalli, tecelligah oldu. Rabb-ı has olarak belirli bir esma terkibine bağlı olarak hüküm yürütülürken, diğer esmaları da açığa çıkaracak şekilde halk edildi. Bu gerçekleri açıklayan ayette: “El Hakku min Rabbike” (Bakara/147) “Hakk Rabbindendir” buyurulmuştur. Allah’ın Zati isimlerinden olan Hakk esması, Allah’ın tüm esmalarını bünyesinde bulunduran esmadır. Rabb kanalıyla esmaların gerçek yüzleri ve hakiki hüviyetleri ile esmalar Hakk esması kanalıyla zuhura gelmekte, Allah ismide tüm esma ve sıfatları bünyesinde cem etmektedir.
Bu nedenle ayeti kerimede: “Hakkı batıla karıştırıpda bile bile Hakkı gizlemeyin” (Bakara/42) buyurulmuştur. Hakk ile batılı karıştıran ise Mudill esmasıdır. Bize yapılan uyarı Mudill esmasının karıştırıcı, güçleştirici, şaşırtıcı, iltibas edici özelliğinden kaçınmamız yoluyladır. Eğer Mudill esmasına uyarsak nefsimizin hevasına, iblis ve şeytan kanalı ile uymuş oluruz. Bu şekilde nefsimizin hevası ilah edinilmiş, Hakk örtülmüş olacaktır. Bu konuda ayette: “hevasını ilah edineni gördün mü?” (Furkan/43) buyurulmuştur. Bu şekilde nefsin heva ve heveslerine uymak, Mudill esmasına kapılarak Hakkla batılı karıştırmak bizden kaçınmamız gereken husus olarak belirtilmiştir. Yoksa bu yolla başka ilahlar ve Rablar edinme riskimiz vardır.
Cenab-ı Hakkın esma-i ilahiyesinin bizde zuhura çıkması demek “halife olmak demektir. Esmaların zuhur açısından vekiliyiz demektir. Mevlana Hz.leri bu hususta şu örneği vermektedir: “Manav tezgahlarında numune olarak her türlü sebze meyvenin örneği vardır. Bu numuneler içeride depoda bunların devamı vardır” demektedir bizlere.
Bizde esmaların zuhuru, Hakkda ise aslı mevcuttur. Esmaları zuhura çıkaran bizleriz, zuhur mahalli, tecelligahız. Bu nedenle esmaların hakkını yerli yerince vermeliyiz. Allah bizleri ve alemleri esmaları kanalıyla halkettiğini ve zuhurda olanın esmaları olduğunu şu ayette beyan eder:
“Semavat ve arzı Hakk olarak halketti” (Ankebut/44)
Her esma kendi Rabbine dönecektir. Bu isimler ayrı ayrı Rablar değil, Rabbül erbab (Rabların Rabbı) olan Allah’ın farklı isimlerle zuhurlarından ve güçlerinden ibarettir. Zaten ayrı ayrı Rablar olsa sistem yürümez, karmakarışık olurdu. Mudil esmasının rolü bu karışıklıkla insanı şirke düşürmektir. Her esma-i ilahiye kendisine ait zuhurları Allah’ın kontrolünde, gözetiminde kontrol ve tedbir eder, melekler vasıtasıyla bu işleri yaptırır. Kaynaklarını Hakk’tan alırlar ve yine Hakk’a dönerler. Bu gerçek şu ayeti kerime ile açıkça ifade edilir: “Sizin ilahınız tek bir ilahtır. O, rahman ve rahimdir” (Bakara/163)
Kur’an ile insanın ilk tanıştığı kelime “ikra” “(oku)” emridir. “ikra bismirabbikellezi halak” (Alak/1) “Yaradan Rabbinin adıyla oku” emriyle bize çok büyük ilimlerin kapısı açılmıştır. Her ilahi isim Rab özelliğini taşır. İlahi isimleri cem eden Allah ismidir. Bismillahirrahmanirrahim derken tüm isimlerle Allah’a yönelirken özel isteklerimiz olduğunda, o isteğe yönlendiren ilahi ismi zikretmemizinde yolu açılmıştır. Örneğin gıda ihtiyacı, rızık ihtiyacı olan Ya Rezzak diyerek Rezzak ismine; ilim istiyenin Ya Alim ismine iltica edeceği gibi. Bu nedenle İster Allah deyin, ister Rahman deyin en güzel isimler O’nundur” buyurulmuştur. Esmaların özelliklerinin bilinip o isim ile Hakka müracaat, o yönlü tecelliye yol açacağından dua anlamınıda taşıyacaktır. “İkra bismirabbikellezi halak” (Alak/1) “Yaratan Rabbının ismi ile oku” bu emir aynı zamanda isimlerin besmelesi hükmünüde taşımaktadır. Allah ismi ile açmak ve yönelmek istediğimizde “bismillah” ve Nur ismi ile açmak ve yönelmek istediğimizde “bisminur” dediğimiz gibi. Allah ismi tüm isimleri açtığından “Bismillah” fatihanın başı olmuştur. “Bi” ile de nefs o ismin hükmü altına girmektedir. Bu nedenle “Bismillahirrahmanirrahim” ile alemler halk edilmiş ve ortaya çıkmıştır.
Alemlerde zahir olan her mevcud Rab tealanın bir ism-i hassının suretidir. Cenab-ı Hakk o mevcudu, o isimle terbiye eder, ona o isimle hükmeder. O mevcudda isteklerini o ismi hastan alır. Ve o isimle bilinir. Ve muhtaç olduğu her şeyde o isme müracaat eder.
Allah insanı ise;
“Halakel Ademe ala suretihi” diyerek insanı kendi suretinde ve Rahman suretinde halk etmiştir. Ağırlıklı bir Rabb-ı hassı olmakla birlikte, tüm ilahi isimlerin zuhur mahallidir.
“Elhamdülillahirabbilalemiyn” ayeti bu gerçeği anlatmaktadır. Alemlerde her mevcudun Rab ismiyle Allah Teala tarafından terbiye edildiği, üzerinde hükümlerinin yürütüldüğünü açıklamaktadır.
Şehadet aleminde her ilahi ismin zuhurları vardır, bu zuhurlar çok çeşitli olup, değişik isimlerle anılır. Örneğin ekmek, un, süt, peynir, et, kıyma, dana, tavuk vb. isimleri şehadet alemindeki isimlerdir. Her biri Rezzak ilahi isminin gerekleridir. Diğer ilahi isimlerden payları olmakla birlikte insan açısından besleme yönüyle bakıldığında “Rezzak” isminin altına giren gurubu temsil eder. Ama şehadet aleminde ayrı ayrı isimler alırlar ve her bir ismin yaptığı görev ve hükümler farklıdır. Örneğin ekmek karbonhidrat ağırlıklı olup, vücudda yerine getirdiği görev ve hükümler, süt gibi değildir. Şehadet alemindeki her ismin bu açılardan bakıldığında kendilerine göre manaları olduğu gibi, hem cismani hem de mana yönleriyle, alemlerdeki diğer mevcutlarla irtibat halindedir. Bu irtibatı sağlayan güç ise Allah’tır. Sütün, ekmeğin oluşumunda, dağıtımında, hazırlanışında, yiyende hizmetleri geçenler dahil ne kadar çok faktörün rol oynadığı açıktır. Bütün bu özellikleri ve manaları bir araya toplayan ve cem eden Hakk’tır. Her bir mevcut Rabb-ı has ile idare edilmekte olup, ilahi isim kanalıyla Hakk’a bağlanmaktadır. Bu nedenle “gerçek hükümdar” Allah’tır. Mevcutlardan oluşan alemler ile Hakk ilahi isimler aracılığı ile her an, her yerde, her koşulda, her halde münasebet durumundadır.
Dünya üzerindeki her ilimde ya mevcutları ya mevcutlar arası ilişkileri yada bütün mevcutların Hakla ilişkilerini (ilahi kanunlar yönüyle) araştırmaktadır. Bütün bu ilimleri bünyesinde bulunduran ise Allah’ın Zati ilmidir. Tasavvufta bu ilişkileri incelediğinden bütün bu ilimleri bünyesinde barındırır. Zahir (maddi) ve batın (mana-manevi) bütün ilimleri birleştiren ilmi araştırır. Bu ise ilahi ilim olan marifetullahtır. Bu nedenle tasavvuf zahir ile batını birleştirmede anahtar-kilit rolü oynar. Zira her hakikatin hem zahiri hemde batını yüzü vardır. bunları cem eden İlahi Zati ilimdir. Her ilim dalıda bu ilişkileri bir yönüyle araştırır ve konuyla ilgili “ilahi kanunları” açığa çıkarmaya uğraşır. Her ilmin ulaştığı hakikat ise, İlahi Zati ilmin o konudaki “malumunu-bilineni” oluşturur. Bu nedenle “ilim maluma tabidir” tasavvuf kuralı mevcuttur. Zahiri her ilim dalıda keşfettiği “malum” üzerinden hareket ederek ilmin hükümlerini oluşturup, yürürlüğe koyar. Hedef hem zahiri hem batını ilmi cem edip, kaynağın “İlahi Zati İlim” olduğu gerçeğini kabul etmek olmalıdır. Bu hedeften sonra amaç hem zahiri hem batını hükümleri birleştirip ilmi faaliyete geçirmek olmalıdır.
İlahi isimler arasında ihata, taalluk ve hüküm açısından farklılıklar bulunduğundan, onların şehadet alemindeki mazharlarında, eserlerinin suretlerinde, manalarında farklı farklı zuhurları olacaktır. Bu hem mevcutları çoğaltır, hemde mevcutlarla ilgili ilimleri ve ilimlerin hükümlerini çoğaltır ve karmaşık hale getirir. Allah ismi camisi ve uluhiyet mertebesi bütün bu ilişkileri birleştirir.
İsimler ve sıfatlar, tek zata göre, Allah’a dönen bir takım nispetler ve izafetlerdir. Mutlak Zatta kesret yoktur. Kesret denilen şey Mutlak Zata göre, isim ve sıfatların çokluğunun yansımasıdır. İlahi isimlerin çokluğu kesret hükümlerini açığa çıkarmıştır. Allah ise Nefsinde ve Zatında tektir.
Her ilahi ismin iki itibarı vardır. Bir itibarla Zata dönüktür. Zatın o isimle görünmesidir. Diğer itibarla ismin kendine has hususi yönüdür. Örneğin Rezzak denilince akla Allah’ın Zatı gelir. Asıl olarak Rezzak Allah’tır. Diğer itibarla hususi yönü ile Rezzak ismi kendinle açığa çıkacak özelliklerini kapsar. Rezzak isminin hükümlerini diğer isimler (Alim, Semi, Basar, Hakim vb) yerine getiremez. Bu ise Rezzak isminin kendi has yönüdür. Allah ismi Zatıyla bütün isimleri bir araya toplamıştır. Yani her isimde Zata bakan bu yönüyle diğer isimleride bünyesinde taşıma özelliğine de sahiptir. İhtiyaç halinde zuhura çıkarılır.
Güneşin bereketi ışınlarıdır. Zatın bereketi ise isim ve sıfatlarıdır. Işınlar nasıl güneşten zuhur edip zuhur yerinin özelliklerine göre renk alıyorsa, isimlerde tecelli mahallin de (mazhar), tecelli mahallinin özelliklerine göre değişikliğe uğrar. İsimlerin farklılığı hükümleri de değiştirir. Zira isimler izafet ve itibarlardır.
Cennet ve cehennemde de nefse Allah’ın isimlerinin tecellisi devam eder. Dolayısıyla her şey Allah’ın isimlerinin, Hakk’ın tasarrufu altındadır. Cennet nimet isimlerinin tasarrufu altında; cehennem ise azap isimlerinin tasarrufundadır. Kabir ise bu isimlerden hangisi Hakk edildi ise, isimler orada da nefse tecelli etmektedir. “Nefs ölümü tadmakta” ölüm ile boyut değiştirmekte ve dünyada iken kazandıkları ile ahiret boyutuna intikal etmektedir. Bu nedenle “dünya ahiretin tarlasıdır” buyurulmuştur. Bu nedenle ölüm bilinci ataleti değil, sonsuz bir gayreti içinde bulundurarak Hakk’a teslimiyeti gerektirir. Zira ayeti kerimede “Zerre kadar hayır işleyen karşılığını görür; zerre kadar şer işleyen karşılığını görür” (Zilzal/7-8) buyurulmuştur. Yoksa Allah’ın isimleri ahiret boyutunda yok olmamakta, tecelli devam etmekte ancak zıtlıklar başka boyutlarda (cennet-cehennem) kendi özelliklerine göre değer kazanmaktadır. Nimet isimleri ve azap isimleri ayrılmakta; zıtlıklar kalkarak nimetler cennet boyutunda katlanmakta, dolayısıyla cehennem boyutunda da azaplar katlanmaktadır.
Her ilahi isim Zata dayandığından bütün isimleri içerir ve her isim kendi anlamında bütün isimlerle nitelenir. Şu halde her isim, bilgisinde ve ufkunda ilahi sıfatlarla da ilişkilidir. Hay, Kadir, Semi, Basır, Mütekellim, Alimdir ve Müriddir. Aksi halde her ilahi isim kendi kulu için nasıl Rab olabilirdi? Her buğday tanesi aynı hakikati yani buğdaylık hakikatini içerir. Bu durum birbirlerine benzeşmeleri yönünden, bütün benzerlerde yaygındır. İlahi isimlerin durumuda böyledir. Her isim, diğer isimlerin içermiş olduğu hakikatleri kendinde toplar. Bunun ardından buğday tanelerini ve benzer her şeyi ayırt etmeni sağlayan özellik nedeniyle, herhangi bir ismin başka bir ismin aynı olmadığını da bilirsin. Hepsini birleştiren Zat mertebesidir. İki benzeri ayırt etmeni sağlayan sır kendisinde bulunmakla beraber, her ilahi isim ilahi isimlerin hakikatlerini kendinde toplar ve onları içerir. Mesela el-Münim (nimetlendiren) ve el-Muazzib (azaplandıran) isimleri ki bunlar zahir ve batındır. Bu isimlerden her birisi başından sonuna kadar Zatın içermiş olduğu her şeyi içerir. Gıda olarak alınan bir mevcudun, hastalığa yol açması örneğindeki gibi. Nimet olarak alınan gıdanın, azaba yol açma potansiyelinin bulunduğu idrakinde bulunulmasıdır. Bütün bu ilahi isimler Allah ismine yönelir. Uluhiyeti ile Zat, Allah ismi camisi altındaki ilahi isimlerden biri veya bir kaçı ile şehadet aleminde zuhura çıkar. Zuhura çıkan isimlerle de Rab olur.
Allah’ın 99 esmaül hüsmasının kısaca anlamları da:
Alfabetik sıraya göre ve kısaca manaları açıklanan 99 esmayı ve diğer esmalarla ilgili ayrıntılı bilgi esmaül Hüsna kitaplarında bulunabilir.
Allah Kur’anı Kerimde “Biz Alemleri Hakk olarak yarattık” (Hicr/85) denilerek alemleri Zatı, sıfatları ve isimlerinden oluştuğunu bu şekilde tecelli edip, zahir ismiyle açığa çıkardığını açıkça bildirmiştir. “Allah, Hakkın ta kendisidir” (Hac/6) ayetiyle de Hakkı, Zatını, sıfatlarını ve isimlerini Allah isminin cem ettiğini açıklamıştır.
Bu mertebede alemlerde ki her mevcudun kendini terbiye eden bir “Rabb-ı has” adı verilen ilahi isim ile Allah’ın Zatına bağlı olduğunu idrak eden irfan yolcusu, nefsindeki ve alemlerdeki Rububiyetin (Rab’lığın) kime ait olduğunu ve tüm birimsel nefislerde bu hakimiyeti anlar. “Nefsini bilen, Rabbını bilir” hükmü gereğince isimleri tevhid ederek, Rabbını isim mertebesinde idrak eder. Rububiyeti idrak eden salike, Allah’ın uluhiyetini (ilahlığını) anlama yolu da açılır.
Allah’ın nefislerimize Alim ismiyle tecelli ederek bu bilgilerle şuurlanmasını, Hakim ismiyle tecelli ederek alemlerdeki fiilleri hikmetlerini ve manalarını sezmeyi, Rab ismiyle tecelli ederek Kendini buldurması dua ve niyazıyla… AMİN.
önceki sayfa sonraki sayfa