“Allahu nurus semavatı vel ardı”
“Allah göklerin ve yerin nurudur”
(Nur/35)
Alemlerde insan dahil her mevcudun Allah’ın Zati ilminde bir hakikati vardır. Bu ilmi hakikate ayan-ı sabite adı verilir. Allah’ın Zatında olduklarından henüz varlık sahnesine çıkmadıklarından mahluk değillerdir. Allah Zatı Nefsi ile bu ilmi hakikatlere Nefesi (Nefsi) Rahmani ile yönelerek “KÜN-OL” emri ile onları varlık sahnesine çıkarır. Nefesi Rahman tecellisine “genel vücud nuru tecellisi” adıda verilir. Tamamiyle ZATİ İLAHİ NUR ile mevcudlara yönelmesidir. Bunu açıklayan hadiste “Allah varlıkları zulmette yarattı. Üzerine nurundan serpti. Varlığa çıkardı” buyurulmaktadır. Yani alemlerdeki her isim ve sıfatlarıda İLAHİ NURlardır. Alemlerdeki her mevcudda bünyelerinde bu ilahi isim ve sıfatları taşır. Allah ismi camisi ise tüm ilahi isim ve sıfatları ile mevcudları bir arada tutan ismidir İlahi Zatın. Bu nedenle “Allah göklerin ve yerin nurudur” buyurulmuştur. İsimlerin çokluğu alemlerdeki mevcudları ve birbirine olan farklılıkları çoğaltmıştır (KESRET). İLAHİ NUR batında bulunarak, bu çokluğu birleştirmiştir (VAHDET). HAK ZATI NURU ile BATINDA, ALEMLER İSE BU NURLA KAİMDİRLER. Allah’ın nuru Zatından ayrı olmadığından Allah Zatı ile kaim ve batındır. İnsanın nefsi natıkası ise bu nurla şereflenmiş olarak yaratılmıştır. Nefs tezkiyesi ile nefsi natıka “sırf nur” olan vasfına ulaştığından ZATİ İLAHİ NUR ile şereflenir. Bu ise ayette “NURUL ALA NUR” yani “nur üstüne nur”dur olarak belirtilmiştir. İşte kamil insanlarda bu nur “göz nuru” olarak müşahede edilir.