“İyi bilinki kalpler Allah’ın zikri ile mutmain olur”
(Rad/28)
Her insanın Allah’ın ezeli ilminde bir ilmi hakikati vardır. Bu hakikat (ayan-ı sabite) Allah’ın Zatında, Zatıyla beraberlik içindedir. Ayan-ı sabite uluhiyetin bir programı olup ilahi isim ve sıfatları bünyesinde bulundurur. Yani “BİLLAHİ” sırrıyla Zat ile, Zat içinde yer almaktadır. Bu birlikteliğin şehadet aleminde de açığa çıkarılması için nefsi natıka insana lütfedilmiş ve kalpte “nokta-i süveyda” denilen hakikat oluşmuştur. Bu nokta Allah’ın nuru ve Kur’anın sırrındandır.
Ezelde “Allah ile” olan nefsi natıka dünyada ancak “Allah zikri ile” ve “Kur’an zikri ile” bu birlikteliği fiilen yaşar. Kendi hakikatine ulaşır. Ezeldeki “billahi” sırrını yaşar. Bu ise kalpte gerçekleşir. Zira nefsi natıkanın merkezi kalptir ve bu noktadan tüm vücuda huzur ve mutmainlik hali ulaşır. Bu ezeli beraberliği yaşatan ise zikirdir. Zira Allah “Ben Beni zikredenle beraberim” birlikteliği Kendinle olunmasına bağlanmıştır. Ayrıca “Beni zikredin Bende sizi zikredeyim” (Bakara/152) ayetiyle bu beraberlikte önceliği kuluna vermiştir. Kulun zikri ise kulluk mertebesinden olup sınırlıdır. Ancak Allah’ın kulunu zikretmesi ise her yönden olup sınırsızdır. Bu nedenle Allah’ın zikri en büyüktür (Allahuekber) buyurulmuştur. Kul sınırlı olarak Hakkı zikrederken, Allah kuluna sahip olduğu ve kulunun ihtiyaç içinde olduğu hem zatı, hem sıfatları hemde isimleri ile zikreder. Bu ise kişide tam huzuru ve mutmainliği hasıl eder. Eğer bu huzur gerçekleşmiyorsa, kul kendi nefsini kontrol etmeli ve Allah hakkındaki irfanını arttırmaya çalışmalıdır. “BİLLAHİ” sırrıyla “Allah ile” birlikteliğini sorgulamalıdır. Tüm ibadetlerde bu birlikteliğin tesisi ve geliştirilmesinde zikir anahtar rolü oynar. Yoksa “Allah ile” olan her şeyi bulmuş ve her şeyle huzur bulan kul olmuştur. “Abduhu” ve “resuluhu” sırrıyla yaşayan mutmain nefse ulaşıp, “kullarım arasına katıl, cennetime gir” (Fecr/29-30) hitabını hak etmiştir. Bu hitabı duyanın huzurlu ve mutmain olmaması ise mümkün değildir.